Hayatınızı Değiştirmek İçin İlham Verecek 21 Motivasyon Hikayesi

İlham Veren Hikayeler

Hikayeler insanlara rehberlik etmenin, öğretmenin ve ilham vermenin en güçlü yollarından biridir. En iyi hikayelerden bazıları birçok farklı anlam veya ders içerir, dolayısıyla karmaşık fikirleri anlaşılması kolay yollarla iletmede etkilidirler.

Hayattaki en unutulmaz derslerden bazıları hikayelerden gelir. Bu motive edici hikayeler sizi hayallerinizin peşinden gitmeye, başkalarına nezaketle davranmaya ve kendinizden asla vazgeçmemeye teşvik edecektir. Düşünce şeklinizi ve hayatınızı değiştirecek gücü bulun.

Bu makalede, değerli dersler alabileceğiniz ve kendinizden bir şeyler bulabileceğiniz 21 Motivasyon hikayesi bulacaksınız: Kuyruk Acısı, Anne Sevgisi, Çöp Kamyonu Teorisi, Doğuştan Kör, Çiller ve Kırışıklıklar, Aptal Eşeğin Hikayesi, Başarının Sırrı, 87 Yaşındaki Üniversite Öğrencisi Rose, Kazanmak Her Şey Değildir, Güneş ve Rüzgarın Hikayesi, Cam Tavan Sendromu, Biz Hayvanat Bahçesinde Ne Halt Ediyoruz, Acele Karar Vermeyin, Benim Zaten Bir İşim Var, Develerin Hepsini Oturtamadım, Serçe ve Göçmen Kuşun Hikayesi, Bir Annenin Fedakarlığı, Bir Babanın Sevgisi, Bardağınızı Boşaltın (Klasik Zen Hikayesi)

1.Kuyruk Acısı


Zamanın birinde, bir oduncu ormanda odun keserken çalı arasında bir yılana rastlamış. Elindeki baltayı kaldırıp yılanın başını vurmak üzereyken bir an göz göze gelmiş. Yaradana olan aşkı yaradılana yansımış ve yılana vurmaya kıyamamış.

Yılanda duygulanmış ve dile gelmiş:

-Ey insanoğlu, sen bana kıyamadın, ben de sana iyilik edeceğim demiş. Bir kör kuyuya dalmış ve kaybolmuş.

Biraz sonra ağzında bir altın lira ile dönmüş ve ”Bundan böyle ömür boyu sana her gün bir altın lira vereceğim!” demiş.

Oduncu altını bozdurmuş ve evinde o gün şenlik olmuş. Ailesi dahil hiç kimseye olanı biteni anlatmamış. Herkes sadece oduncunun çok çalıştığı için durumunun düzeldiğini zannetmiş.

Oduncu yıllar boyu her gün o kör kuyunun başına gitmiş, yılan ile buluşmuş ve altınını almış.

Bir gün oduncu ağır hastalanmış. Kuyunun başına gidemez olmuş. Birkaç gün geçince bolluğa alışmış evinde darlık başlamış.

Oduncu oğlunu yanına çağırmış ve yılanın sırrını anlatmış. ”Kör kuyunun başına git ve oğlum olduğunu söyle; yılan sana altın verecek!” demiş. Oğlu inanmamış ama gitmiş.

Yılan önce saklanmış, sonra ortaya çıkmış.

Onun oduncunun oğlu olduğuna iyice kanaat getirince de kuyuya inip bir altın getirmiş. Oğlan önce inanmadığı hikayenin gerçek olduğunu görünce hırsa kapılmış, ”Kim bilir daha ne kadar altın var kuyunun içinde!” diye düşünmüş. Hırsla yılanı öldürmek için bir hamle yapmış, ıskalamış ama yılanın kuyruğunu koparmış.

Yılan da can havliyle dönüp oğlanı sokmuş ve öldürmüş. Akşam yaklaşıp da oğlu gelmeyince oduncu iyice endişelenmiş. Hasta yatağından sürünerek bile olsa kalkmış.

Kuyunun başına gitmiş ki oğlu cansız yatıyor. Yılan da o anda görünmüş; kuyruğu yok ve kanlar içinde. Oduncu durumu anlamış ve çok üzülmüş.

Canının parçası oğlu yerde cansız, yıllardır velinimeti olan yılan da yaralı…

”Hatalı olan oğlum olmalı!” demiş ve yılandan özür dilemiş. ”Tekrar dost olalım!” demiş. Yılan ise acı acı gülümsemiş:

”Çok isterdim ama sende bu evlat acısı, bende de bu kuyruk acısı varken biz artık dost olamayız!” demiş.

Kıssadan Hisse: “Dostlar hayat bahçesindeki çiçeklerdir” diyen eski bir atasözü vardır. Dostlukların sağlıklı ve güçlü bir gelişebilmesi için suya ve toprağa ihtiyaçları vardır. Güven dostluğun suyudur, toprağıdır. Her ölçekte, her katmanda güven kurumlarımızın tutkalıdır. Dostluk ve sevginin anahtarı, ticaret ve politikanın temelidir.

Son Söz: Güven narin bir çiçektir; Bir kez kırıldığında yeniden çiçek açması için büyük bir özen gösterilmesi gerekir. Olivia Anderson

2. Anne Sevgisi


Küçük oğlu annesine geldi ve ona kağıdı uzattı. Annesi ellerini önlüğüne kuruladıktan sonra kağıdı okumaya başladı:

Çimleri biçtiğim için 5 dolar
Odamı temizlediğim için 1 dolar
Alışverişe gittiğim için 50 sent
Küçük kardeşime baktığım için 25 sent
Çöpü attığım için 1 dolar
İyi bir karne getirdiğim için 5 dolar
Bahçeyi temizlediğim için 2 dolar...
Toplam borç 14 dolar, 75 sent.

Anne, umutla kendisine bakan oğlunun elinden kağıdı aldı ve kağıdın arka yüzüne şunları yazdı:

Seni 9 ay karnımda taşıdım bedava
Hasta olduğunda başında bekledim, elimden geleni yaptım, senin için dua ettim bedava
Yıllar boyunca değişik nedenlerle senin için gözyaşı döktüm bedava
Senin için günlerce kaygı duyup, uykusuz kaldım bedava
Oyuncaklarını topladım, yemeğini hazırladım, giysilerini yıkadım, ütüledim bedava.
Ve bunların hepsini topladığın zaman gerçek sevginin bedelinin olmadığını görürsün, bedavadır çünkü.
Oğul annenin yazdıklarını okuyunca gözleri doldu.
Annesine baktı, “Anneciğim seni seviyorum” dedi ve kalemi alarak kağıda şunları yazdı: Hepsi Ödenmiştir.

Kıssadan Hisse: Sevgi dolu bir ilişki kurmak ve sürdürmek genellikle karşılıklı saygıyı, empatiyi, uzlaşmayı ve her iki bireyin duygusal refahına ve tatminine katkıda bulunan ortak deneyimleri içerir. Sevgi; yayabileceğiniz en yüksek frekansa sahiptir. Hissettiğiniz ve yaydığınız sevgi ne kadar büyükse, kullandığınız doğal güç de o kadar etkilidir.

Son Söz: Çocuklarını, onları çevreleyen ortamdan daha yüksek bir yerde durmaları için sevmeye kararlı bir anne olun. Anneler yeryüzündeki hiçbir sevgiye benzemeyen bir sevgiyle bahşedilmiştir. MP Hinckley

3. Çöp Kamyonu Teorisi


Bir gün bir taksiye atladım ve havaalanından hareket ettik. Sağ şeritte yol alırken siyah bir araba park ettiği yerden aniden yola, önümüze çıktı.

Taksi şoförü sert bir şekilde frene bastı, kaydı ve diğer arabaya çarpmaktan milim farkıyla kurtuldu. Diğer arabanın sürücüsü camdan başını çıkartıp bağırmaya ve küfretmeye başladı.

Taksi şoförü ona gülümsedi ve içten bir şekilde el salladı. Ve gerçekten çok samimiydi.

Sordum: “Nasıl bu sakin olabiliyorsunuz? Adam neredeyse arabanızı mahvedip ikimizi de hastaneye gönderecekti.”

Taksi şoförü bana, şimdi “Çöp Kamyonu Teorisi” dediğim şeyi öğretti. Şoför pek çok insanın çöp kamyonu gibi olduğunu açıkladı.

Sizi öfkelendiren şeylerden veya kişilerden kurtulamaz, onlardan kaçamazsınız veya onları değiştiremezsiniz, ancak tepkilerinizi kontrol etmeyi öğrenebilirsiniz.

Birçok insan çöp kamyonu gibidir. Çöplerle, öfkeyle ve hayal kırıklıklarıyla dolu olarak ortalıkta dolaşırlar. Çöpleri biriktikçe onu atacak bir yere ihtiyaç duyarlar ve bazen onu sizin üzerinize dökerler.

Kıssadan Hisse: Kişisel olarak algılamayın. Sadece gülümseyin, el sallayın, onlara iyi dilekler dileyin ve yolunuza devam edin. Çöplerini iş yerinde, evde veya sokakta başkalarına dağıtmayın. Sonuç olarak çöp kamyonlarının günümüzü ele geçirmesine izin vermemeliyiz.

Son Söz: Hayat sabahları pişmanlıklarla uyanmak için çok kısa; size iyi davranan insanları sevin, iyi davranmayanlar için ise sadece dua edin ve her şeyin bir nedeni olduğuna inanın. Unutmayın, hayat %10 başınıza gelenlerden, %90 ise bunlara nasıl tepki verdiğinizden ibarettir. Yüzünü güneşe dönen insan gölge görmez.

4. Doğuştan Kör


New York' da ki Brooklyn köprüsünde bir ilkbahar günü kör bir adam dilencilik yapıyormuş. Dizlerinin üzerindeki tabelada ise büyük harflerle "Doğuştan Kör" yazılı imiş.

Birçok insan bu hüzünlü manzaraya rağmen dilenciye para vermeden köprüden geçip giderken, bir reklamcı durumu görmüş. Dilencinin dizleri üzerindeki "DOĞUŞTAN KÖR" yazılı tabelayı eline almış, arkasını çevirip bir şeyler yazdıktan sonra tekrar dilencinin dizlerine bırakmış.

Ve ne olduysa o yazıdan sonra olmuş: Köprüden geçen ve tabeladaki yeni yazıyı okuyan herkes, dilencinin önündeki şapkaya para atmaya başlamış.

Reklamcının yazdığı o tek cümle dilencinin önündeki şapkanın para ile dolup taşmasını sağlamış. Reklamcı adam tabelaya şöyle yazmış:

"Güzel bir bahar günü ama ben baharı göremiyorum."

Kıssadan Hisse: Kelimeler güçlüdür; ilham verme, motive etme ve ikna etme yetenekleri vardır. Sözlerinizle, bir başkasının zihnine başarının ya da başarısızlığın tohumlarını ekme gücünü kullanırsınız ve bu süreçte kim olduğunuzu, ne düşündüğünüzü ve neye inandığınızı ortaya çıkarırsınız. İster bir ülkeye ilham vermek, ister bir ürünü piyasaya sürmek, bir ekip oluşturmak veya bir ilişkiyi onarmak olsun, doğru zamanda söylenen doğru sözler tarihi değiştirebilir.

Son Söz: Dil, davranışlarımızı şekillendirir ve kullandığımız her bir kelime sayısız kişisel anlam barındırır. Doğru kelimeleri, doğru şekilde kullanmak ise bize sevgi, para ve saygı getirir. Yanlış kelimeler veya doğru kelimeleri yanlış şekilde kullanmak ise bizi bir çatışmaya sürükler. Eğer hedeflerimize ulaşmak ve hayallerimizi gerçekleştirmek istiyorsak, konuşmalarımızı bir orkestra şefi gibi dikkatlice yönetmeliyiz. Andrew Newberg

5. Çiller ve Kırışıklıklar


Yaşlı bir kadın ve yüzü büyük çillerle kaplı küçük torunu, günü hayvanat bahçesinde gezerek geçirdi.

Pek çok çocuk, yüzlerine geçici kaplan pençesi dövmesi yaptırmak için için sırada bekliyordu.

"O kadar çok çillerin var ki, boyayacak yer kalmamış!" dedi sıradaki bir kız, küçük çocuğa.

Utanan çocuk başını öne eğdi. Büyükannesi onun önünde diz çöktü ve “Çillerini seviyorum. Küçük bir kızken, her zaman çillerim olmasını isterdim, çillerin çok güzel.” dedi parmaklarını çocuğun yanağında gezdirirken.

Çocuk başını kaldırdı ve "Gerçekten mi?" diye sordu.

"Elbette" dedi büyükanne. "Söyle bakalım bana çillerden daha güzel bir şey var mı?"

Küçük çocuk bir an düşündü, büyükannesinin yüzüne dikkatlice baktı ve yavaşça fısıldadı: "Kırışıklıklar."

Kıssadan Hisse: Empati, duygusal ve sosyal gelişimin ayrılmaz bir parçası ve sıkıntı içinde olanlara yardım etmede önemli bir motivasyon kaynağıdır. Kelimenin tam anlamıyla; başka bir kişinin duygusal deneyimini hissetme veya hayal etme yeteneğidir.

Son Söz: Çoğu zaman bir dokunuşun, bir gülümsemenin, nazik bir sözün, dinleyen bir kulağın, dürüst bir iltifatın ya da en küçük bir ilgi eyleminin gücünü hafife alıyoruz ; bunların hepsi hayatı tersine çevirme potansiyeline sahip. Leo Buscaglia

6. Aptal Eşeğin Hikayesi


Bir zamanlar bir köyde bir tüccar ve kurnaz eşeği yaşardı. Adam, eşeğine yüklediği tuz çuvallarını her gün pazara götürüp satardı. Pazara giderken bir dereden ve ormanın içinden geçiyorlardı. Eşek çok yoruluyordu ve sık sık bu işten kaçmanın bir yolu var mı diye düşünüyordu.

Bir gün tüccar her zamanki gibi tuz çuvallarını eşeğin sırtına yükledi ve yola çıktılar. Ormanı geçip dereye ulaştılar. Dereyi geçerken eşeğin ayağı kaydı ve aniden yuvarlandı. Çuvallar suya battı ve tuzlar suda çözündü. Eşek ayağı kalktığında oldukça mutluydu çünkü yükü hafiflemişti.

Eşek bu duruma hem şaşırdı hem de çok sevindi ve bunu tekrar denemeliyim diye düşündü.

Sonraki gün aynı dereye geldiklerinde eşek, yine tökezledi ve suya düştü. Sahibi, bu defa eşeğin bilerek kendini suya bıraktığını anladı ve ona bir ders vermeye karar verdi.

Ertesi gün eşeğe tuz yerine sünger çuvalları yükledi. Eşek, süngerin tuz çuvallarına göre daha hafif olmasından güle oynaya dereye kadar geldi. Dereye geldiği anda yine düşer gibi yaparak kendini suya bıraktı. Bu defa eşeğin ayağı kalkması hayli zor olmuştu. Çünkü üstündeki süngerler suyu çekmiş ve çok ağırlaşmıştı.

Diğer tarafta onu izleyen sahibi kahkahalarla gülüyordu ve eşeğe söyleniyordu: "Seni uyanık! Bu dereye düşme işinin numara olduğunu anlamadım mı sandın. İnşallah bu sana ders olmuştur.

Kıssadan Hisse: Kurnazlık, diğer insanların zayıflıklarını keşfetme sanatıdır. Kurnaz eşek sahibini kandırmaya çalıştı ama yakalandı ve sonuçlarına katlanmak zorunda kaldı. Size verilen görevleri hakkıyla yapmaya çalışın, aksi takdirde işler birikecek ve sonunda normalden daha fazla çalışmak zorunda kalacaksınız.

Son Söz: Yalan zeka işidir, dürüstlük ise cesaret. Eğer zekan yetmiyorsa yalan söylemeye, cesaretini kullanıp dürüst olmayı dene. Victor Hugo

7. Başarının Sırrı


Genç bir adam Sokrates'e başarının sırrını sordu. Sokrates genç adama bu sorunun cevabını ertesi sabah nehrin kıyısında vereceğini söyledi.

Ertesi sabah nehrin kıyısında buluştular. Sokrates genç adamdan kendisiyle birlikte nehre doğru yürümesini istedi.

Su boyunlarına ulaştığında Sokrates genç adamın başından tuttu ve suya daldırdı.

Genç adam dışarı çıkmak için çabaladı ama Sokrates güçlüydü.

Kısa bir süre sonra Sokrates genci serbest bıraktı, genç adamın yaptığı ilk şey derin bir nefes almak oldu.

Sokrates, 'Suyun altında en çok ne istedin?' diye sordu.

Çocuk "Elbette nefes almak istedim" diye cevap verdi.

Sokrates şöyle dedi: "Başarının sırrı budur. Başarıyı, yaşamak için ihtiyacın olan hava kadar çok isteyeceksin, işte o zaman onu elde edeceksiniz. Bunun başka bir sır yok."

Üstelemek başarının temel unsurudur. Kapıyı yeterince uzun süre ve yüksek sesle çalarsanız, birilerini uyandıracağınızdan emin olabilirsiniz. Henry Wadsworth Longfellow

Kıssadan Hisse: Hayatına asıl yön verecek olan beynin ve kalbindir. Bir şeyi gerçekten istiyorsan, bütün engelleri yenip ona ulaşabilirsin. Başarılı olmak istiyorsanız, bir dileğin titreyen alevini alıp onu körüklemeli ve onu cehenneme çevirmelisiniz. Ancak o zaman yolunuzu görecek ve hedefinize ulaşacak ışığa ve engelleri ortadan kaldıracak iradeye sahip olacaksınız. Yakıcı bir arzu tüm başarıların başlangıç noktasıdır.

Son Söz: Gerçekten istediğin tek şey, gerçekten ihtiyacın olan tek şey olduğunda, hayatta başarılı oldun demektir. Vernon Howard

8. 87 Yaşındaki Üniversite Öğrencisi Rose


Okulun ilk günü profesörümüz salona girdi ve bizden yeni katılan öğrenci ile tanışmamızı istedi.

Omzuma yumuşak bir el dokunduğunda etrafa bakmak için ayağa kalktım. Arkamı döndüğümde buruşuk, küçük, yaşlı bir kadının bana gülümsediğini gördüm.

"Merhaba yakışıklı" dedi. Benim adım Rose. Seksen yedi yaşındayım. Sana sarılabilir miyim?"

Güldüm ve coşkuyla cevap verdim: "Elbette yapabilirsin!" ve beni samimi bir şekilde sardı.

“Neden bu kadar genç bir yaşta üniversitedesin?” diye sordum.

Yaşlı kadın şakayla karışık bir şekilde "Zengin bir kocayla tanışmak, evlenmek ve birkaç çocuk sahibi olmak için buradayım..."

“Gerçekten soruyorum” diye üsteledim. Ancak onu bu yaşta bu sorumluluğu üstlenmeye iten şeyin ne olabileceğini gerçekten merak ediyordum.

“Her zaman üniversite eğitimi almanın hayalini kurdum ve nihayet bu yıl başlamaya karar verdim” diye devam etti.

Dersten sonra öğrenci birliği binasına yürüdük ve çikolatalı milkshake içtik. Anında arkadaş olduk. Sonraki üç ay boyunca her gün dersten birlikte çıktık ve sürekli konuştuk. Bilgeliğini ve deneyimini benimle paylaşan bu “zaman makinesini” dinlerken her zaman keyif alıyordum.

Yıl içinde Rose bir kampüs ikonu haline geldi ve gittiği her yerde kolayca arkadaş edindi. Giyinmeyi seviyordu ve diğer öğrencilerin kendisine gösterdiği ilgiden keyif alıyordu.

Dönem sonunda onu konuşma yapması için kürsüye davet ettik. Bize öğrettiklerini asla unutmayacağım. Yavaş adımlarla kürsüye doğru ilerledi. Tam konuşmasını yapmaya başlayacakken cebinden çıkardığı önceden hazırlanmış konuşma kağıdını yere düşürdü.

Hayal kırıklığına uğramış ve biraz utanmış bir şekilde mikrofona doğru eğildi ve şöyle dedi: "Bu kadar gergin olduğum için özür dilerim. Lent için biradan vazgeçtim ve bu viski beni öldürüyor! Bugün size kağıttan okumak yerine, aklımdan geçenleri anlatacağım.”

Biz gülerken, Rose yutkundu ve konuşmasına devam etti:

“Yaşlandığımız için oyun oynamayı bırakmıyoruz; oyun oynamayı bıraktığımız için yaşlanıyoruz. Genç kalmanın, mutlu olmanın ve başarıya ulaşmanın yalnızca dört sırrı vardır. Her gün gülmeli ve sizi güldürecek bir şeyler bulmalısınız.

Bir hayaliniz olmalı. Hayal etmeyi bıraktığınız an ölürsünüz.

Her gün karşılaştığımız yabancılar bir gün ölüyor ve bunun farkında bile olmayan o kadar çok insan var ki! Yaşlanmakla büyümek arasında çok büyük bir fark var.

Eğer on dokuz yaşındaysanız ve bir yıl boyunca yatakta kalırsanız ve verimli tek bir şey yapmazsanız yirmi yaşına girersiniz.

Seksen yedi yaşındayım ve bir yıl yatakta kalıp hiçbir şey yapmasam seksen sekiz yaşına girerim.

Herkes yaşlanabilir. Bu herhangi bir yetenek veya kabiliyet gerektirmez. Büyümekteki fark ise, her zaman değişimde fırsat bularak ilerlemektir.

Pişman olmamaktır. Benim yaşımdakiler genelde yaptıklarından değil de yapamadıklarından dolayı pişmanlık duyuyorlar. Ölmekten korkan kişiler pişmanlıkları olan kişilerdir.”

Konuşmasını, “The Rose” şarkısını mırıldanarak bitirdi. Şarkının sözlerini öğrenmemizi ve hayatımıza yansıtmamızı tavsiye etti.

Rose, yıllar önce başladığı üniversite eğitimini yıl sonunda bitirdi. Rose mezun olduktan bir hafta sonra uykusunda huzur içinde öldü. Bu harika kadının anısına cenazesine iki binden fazla üniversite öğrencisi katıldı.

Kıssadan Hisse: Kendimize yeni bir şey denemek için çok yaşlı ya da çok genç olduğumuzu söyleriz. Ancak gerçekte sizi sınırlayan yaşınız değil, öyle olacağına dair fikrinizdir. Kendi kendinize ürettiğiniz, görünmez sınırların, yapabileceğinizi düşündüğünüz herhangi bir şeyin önünde engel olmasına asla izin vermeyin. Yarın ya da ertesi gün başlayacağınızı düşünerek ertelemekten vazgeçin. Yolculuk şimdi başlıyor. İçinizdeki gücü küçümsemeyin.

Son Söz: Öleceğinizi hatırlamak, kaybedecek bir şeyin olduğunu düşünme tuzağından kurtulmanın bildiğim en iyi yoludur. Sen zaten çıplaksın. Kalbinin sesini dinlememek için hiçbir neden yok. Steve Jobs

9. Kazanmak Her Şey Değildir


Sameer okulunun en iyi koşucularından biriydi. Aylardır yıl sonu yarışlarına tek bir düşünceyle hazırlanıyordu; ne pahasına olursa olsun kazanmak.

Yarışma günü büyük bir kalabalık, spor gösterisini izlemek için toplanmıştı. Seyirciler arasında Sameer'in koşusunu görmek için uzaklardan gelen yaşlı bir adam da vardı.

Yarışın ilk ayağı başladı. Sameer tüm kararlılığını ve gücünü test ederek bitiş çizgisini birinci olarak geçti. Kalabalık çok heyecanlıydı, Sameer de öyle.

Turnuvanın ikinci gününde Sameer ile yarışmak için iki yeni yarışmacı öne çıktı. Ancak önceki yarışta olduğu gibi yine birinci oldu. Kalabalık Sameer'i alkışlamaya devam etti ve o, turnuvanın en sevilen sporcusu olma yolunda hızla ilerliyordu..

Final yarışı gününde Sameer okulun en iyi koşucularından biriyle karşı karşıya geldi. İyi başladı ve rakibiyle aynı seviyedeydi. İkili neredeyse tüm yarış boyunca başa baş koştu. Rakibi bir anda dengesini kaybedip piste düştü.

Ayağını incitmişti ve acı içinde çığlık atıyordu. Sameer -aklında sadece kazanmak vardı- koşmaya devam etti ve yarışı kazandı. Ancak bu sefer kalabalığın tepkisi çok farklıydı.

Ne oldu? Kalabalık neden bu şekilde tepki gösteriyor? Etrafına anlamsızca baktı, fakat neler olduğu anlamakta zorlanıyordu.

Sameer bu düşüncelerini bir kenara bırakıp ödül törenine geçti. Onu görmeye gelen yaşlı adam, okulun baş konuğu ve eski bir şampiyondu.

Törenin ardından Sameer'i yanına çağırarak "Peki evlat şu anda kendini nasıl hissediyorsun? " diye sordu.

- Efendim, yarışmayı kazandım. Yani oldukça iyi iş çıkardığımı düşünüyorum," diye yanıtladı Sameer.

- Fakat bugünkü yarıştan sonra kalabalığın neden tepki gösterdiğini anlayamadım.

Yaşlı adam:

- Evlat, biliyor musun; hayatta kazanmaktan daha önemli şeyler vardır. Sporcu arkadaşını acı içinde kıvranırken bıraktın. Kalabalığın başka nasıl tepki vermesini bekliyordun? İyi bir sporcu yarışı kazanan değil, aynı zamanda taraftarlarının ve rakiplerinin kalbini de kazanan kişidir. İşte senin anlayamadığın konu bu.

Sameer'ı çok etkileyen bir andı bu. Beyefendiye teşekkür etti ve rakibine destek olmak için soyunma odasına doğru koştu.

O gün Sameer nihayet sporcu olarak ilk adımını attı.

Kıssadan Hisse: Kazanmanın her şey olduğunu düşünürsek hayata dar bir filtreden bakarız çünkü hayattaki en büyük kazanımlar çoğu zaman başarısızlıklardan doğabilir. Çocuklara küçük yaşta doğru ahlakı kazandırmak, doğru değerlere sahip bir nesil yetiştirmenin anahtarıdır ve dolayısıyla bu değerlerle yetişen, hayatın sadece kendi etrafında dönmediğinin bilincinde olan gelecek nesillerde gerçek bir değişime tanık olabiliriz.

Son Söz: Başkalarını kollayabiliyor, önemseyebiliyor, sevebiliyor ve içinde yaşadığımız topluma katkıda bulunabiliyorsak, işte o zaman varlığımızın bir anlamı olur.

10. Güneş ve Rüzgarın Hikayesi


Uzun zaman önce, güneş ve rüzgar keyifli bir şekilde sohbet ediyorlardı. Aniden, rüzgar garip bir şey söyledi:

-Senden daha güçlü olduğumu biliyorsun değil mi?

Güneş sakince cevap verdi:

-Neden birdenbire bunu söylüyorsun dostum? İkimizin de zayıflıkları ve güçlü yanları var, bu yüzden kimin daha güçlü olduğuna karar vermek çok zor.

- Kimin daha güçlü olduğuna karar vermek için hemen şimdi bir yarışma yapalım dedi rüzgar.

Güneş gönülsüzce kabul etti.

Onlar hararetli ve gürültülü bir şekilde tartışırlarken yanlarından geçen ceketli bir adam gördüler. Rüzgar:

- Adamın ceketini çıkarmayı başaran daha güçlüdür dedi.

Güneş gönülsüzce bu teklifi kabul etti ve önce rüzgarın başlamasını istedi.

"Pekala" diye homurdandı rüzgar ve hemen adamın üzerine soğuk, uluyan bir rüzgar gönderdi. Adam ceketini sıkıca tuttu. Rüzgar gittikçe daha sert esiyordu. Ama rüzgar ne kadar güçlü eserse, adam ceketine o kadar çok sarılıyordu. Rüzgar tükenene kadar esti ama ceketi çıkaramadı.

Sonra sıra güneşe geldi. İlk başta, güneş adama sıcak bir şekilde gülümsedi. Adam biraz ısınmaya başladı ve ceketinin düğmelerini açtı. Güneş parlamaya devam ettikçe, adam şapkasını çıkardı ve alnını sildi. Sonunda o kadar hararetlendi ki ceketini tamamen çıkardı ve kavurucu sıcaktan korunmak için yol kenarındaki bir ağacın gölgesine sığındı.

Rüzgar "Vay canına, dostum!" dedi ve ekledi:

-Nezaketin etkisini hafife almışım. Bu dünyada sadece gücün bir şeyler yapabileceğini sanıyordum ama çok yanılmışım.

Kıssadan Hisse: İnsanlar onlara ne söylediğinizi unutabilirler. İnsanlar onlara ne yaptığınızı da unutabilirler. Ama insanlar, onlara kendilerini nasıl hissettirdiğinizi asla unutmazlar. Birinin hayatında fark yaratmak için parlak, zengin, güzel veya mükemmel olmana gerek yok. Sadece umursamalısın. Sadece sıcak, iyi kalpli bir insan olarak dünyayı değiştirebilirsin.

Son Söz: Nezaket, kapıları açan ve dostları biçimlendiren bir pasaporttur. Kalpleri yumuşatır ve ömür boyu sürebilecek ilişkileri şekillendirir. Joseph B.Wirthlin

11. Cam Tavan Sendromu


Bilim adamları pirelerin farklı yükseklikte zıplayabildiklerini görür. Birkaçını toplayıp 30 cm yüksekliğindeki bir cam fanusun içine koyarlar. Metal zemin ısıtılır.

Sıcaktan rahatsız olan pireler zıplayarak kaçmaya çalışır ama başlarını tavandaki cama çarparak düşerler.

Zemin de sıcak olduğu için tekrar zıplar, tekrar başlarını cama vururlar. Ne olduğunu bilmediklerinden, kendilerini neyin engellediğini anlamakta zorluk çekerler. Defalarca kafalarını cama vuran pireler sonunda o zeminde 30 santimden fazla zıplamamayı öğrenirler.

Üç gün sonra kapak kaldırılır ve tahmin edin bakalım ne olur? Pireler incinmeden ulaşabilecekleri maksimum yüksekliği öğrendikleri için asla kavanozdan dışarı çıkmaya cüret etmezler. Tüm pireler yine eşit yükseklikte, 30 cm zıplarlar.

Deney sonucunda tavandaki cam engelinin kaldırılmış olması pirelerin daha yükseğe zıplamalarına imkan doğmasına rağmen pireler buna hiç cesaret edemezler.

Daha da ilginç olanı, bu yeni standart nesilden nesile aktarılacağından, yavrularının bu davranışı sonsuza kadar tekrarlayacak olmasıdır.

Temel olarak pireler, artık kapağa çarpmamak için kendilerini daha aşağı zıplamaya şartlandırmışlardır. Yani tekrar daha yükseğe zıplama fırsatı bulduklarında, artık bunu yapmayacaklar, çünkü beyinlerini bunun asla mümkün olmayacağına programlamışlar.

Kıssadan Hisse: Hepimizin bir cam tavanı var. Cam tavanımız yükseklere çıkmaya çalışırken karşılaştığımız engeller, acı tecrübeler ve başarısızlıklardan öğrendiğimiz, bize neyi yapamayacağımızı gösteren limitlerimizdir. Bu tavan limitleri öğrenirken ne kadar acı çekmişsek, o limitlere o kadar sadık yaşarız. Hayatı olduğu gibi kabul etmeliyiz, ama kabul edilebilir hale gelmesi için de çaba göstermeliyiz. Hepimiz hak ettiğimizi alırız. Kendinizi sınırlamayın. Pek çok insan kendilerini yapabileceklerini düşündükleri şeylerle sınırlar. Aklının izin verdiği kadar ileri gidebilirsin. Neye inanırsan o olursun.

Son Söz: Öğrenilmiş çaresizlik vazgeçme tepkisidir, ne yaparsan yap önemli olmadığı inancından kaynaklanan vazgeçme tepkisidir. Martin E.P. Seligman

12. Biz Hayvanat Bahçesinde Ne Halt Ediyoruz?


Bir zamanlar annesiyle birlikte yaşayan bir deve yavrusu vardı. Bir pazar öğleden sonra hava çok güzeldi. Anne ve yavru deve bir ağacın altında yatıyorlardı. Yavru deve olaylara çok meraklıydı ve her zaman annesinden bir şeyler öğrenmeye çalışırdı. Yavru merak şapkasını taktı ve:

-Anne sana bir kaç soru sorabilir miyim?

Anne:

-Tabii...Neden olmasın oğlum, seni rahatsız eden ne, söyle bana?

Annesinden olumlu bir cevap alan yavru deve:

-Develerin neden hörgüçleri var?

Anne deve gülümsedi ve buzağının masum sorusuna:

-Biz develer çöl hayvanlarıyız; ömrümüz çöllerde geçiyor. Çöl bölgelerinde su kıtlığı vardır. Suyu depolamak için hörgüçlerimiz var; böylece çok az su ile günlerce hayatta kalabiliriz.

Yavru deve annesinden cevap alınca çok mutlu oldu. Bir an düşündü ve ikinci soruyu sordu:

-Tamam anne… peki neden bacaklarımız uzun ve ayaklarımız büyük?

Anne:

-Develere çöl gemileri denir. Develerin uzun bacakları, vücutlarını sıcak zeminden uzak tutmaya yardımcı olur. Büyük ve yumuşak ayakları vardır, bu nedenle kuma batmazlar. Bu bacaklarla çölde diğer canlılardan daha hızlı hareket edebiliriz.

Yavru deve biraz durakladı ve sonra devam etti:

-Anne, kirpiklerimizin neden uzun olduğunu merak ediyorum. O kadar uzunlar ki bazen önümü göremiyorum.

Anne deve:

-Oğlum, o uzun kalın kirpikler senin koruyucu örtün. O uzun kalın kirpikler, rüzgarda savrulan çöl kumlarından gözlerinizi koruyor.

Yavru bir süre düşündü ve:

-Anladım anne. Yani hörgüç su depolamak için, bacaklar çölde yürümek için ve kirpikler kumdan korunmak için.

Anne:

-Aynen oğlum, her şeyi doğru anlamışsın.

Yavru deve şimdi biraz kafası karışmış gibi görünüyordu:

-Tamam anne Allah bize çöllerde yaşamamız için bu kadar çok yetenek verdiyse, o zaman biz hayvanat bahçesinde ne halt ediyoruz?

Anne deve bu sefer sustu, bu soruya verecek cevabı yoktu.

Kıssadan Hisse: Şans sadece doğru zamanda doğru yerde olmakla ilgili değil, aynı zamanda yeni fırsatlara açık ve hazır olmakla da ilgilidir. Doğru zamanda doğru yerde olmak bir yatırım meselesidir. İstediğimiz şeyi hayal edersek ve “doğru zamanda doğru yerde olmak” için üzerimize düşeni yaparsak, yapamayacağımız, olamayacağımız, elde edemeyeceğimiz hiçbir şey yoktur.

Son Söz: Doğru zamanda doğru yerde olmak yeterli değil. Doğru zamanda, doğru yerde, doğru kişi olmalısınız. T. Harv Eker

13. Acele Karar Vermeyin


Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, kral bu at için ihtiyara büyük bir servet teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.

Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: “Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın” demişler.

İhtiyar: “Karar vermek için acele etmeyin,” demiş. “Sadece at kayıp, HAYIRLISI OLSUN” deyin.

Köylüler ihtiyara kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmiş ve at bir gece ansızın dönmüş. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyara gidip özür dilemişler. “Babalık” demişler, “Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var.”

“Karar vermek için gene acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar. “Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. HAYIRLISI deyin”

Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Köylüler “Bir kez daha haklı çıktın” demişler. “Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok.” demişler.

İhtiyar; “O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. HAYIRLISI deyin, en doğrusunu ALLAH bilir.”

Birkaç hafta sonra ülkede savaş çıkmış. Köye gelen devlet görevlileri, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş.

Köylüler; “Gene haklı olduğun kanıtlandı” demişler. “Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler.”

“Siz erken karar vermeye devam edin” demiş, ihtiyar. “Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin hayırlı, hangisinin ise talihsizlik olduğunu sadece Allah biliyor.”

Ve son olarak şöyle demiş: “ Hayırlısı ne güzel kelime, önlemi alınmış, mücadelesi verilmiş ve gerisi en yüce makama havale edilmiş.”

Kıssadan Hisse: Büyük resmi düşünenler, kendilerinin dışında bir dünya olduğunun farkına varır ve kendilerinin dışına çıkıp diğer insanların dünyalarını onların gözlerinden görmek için çaba gösterirler. Hayat, yaptığımız seçimlerle belirlenir. Hayatın küçük bir parçasına bakıp karar vermeyin. Çabuk karar vermek, aklın durması halidir. Karar verildiği anda akıl düşünmeyi, dolayısıyla gelişmeyi durdurur. Acele karar vermeyin, düşünün.

Son Söz: Büyük resmi düşünenler, her deneyimden bir şeyler öğrenmeye çabalayarak bakış açılarını genişletirler. Başarılarına yaslanmazlar, onlardan öğrenirler. John C. Maxwell

14. Benim Zaten Bir İşim Var


Güzel bir kış sabahı, güneş tam tepedeyken, küçük bir çocuk içinde telefon kulübesi olan bir markete girdi. Bir kartona uzanıp telefon kulübesinin yanına çekti. Ardından, telefondaki düğmelere ulaşabilmek için kartonun üzerine çıktı ve on haneyi tuşlamaya başladı.

Market sahibi, çocuğun hareketlerini gözlemledi ve merakla konuşmayı dinledi..

Küçük çocuk:

-Hanımefendi iyi günler ben fakir bir ailenin çocuğum, paraya ihtiyacımız var, bahçenizdeki çimleri biçme işini bana verir misiniz?

Kadın (telefon hattının diğer ucunda):

-Üzgünüm evladım, zaten çimlerimi biçen biri var.

Küçük çocuk:

-Hanımefendi, şimdi ödediğinizin yarı fiyatına yaparım bu işi.

Kadın:

-İyi ama, şu anda çimlerimi biçen kişiden çok memnunum. İyi iş çıkarıyor.

Küçük çocuk ısrarlı bir şekilde:

-Hanımefendi, kaldırımınızı bile süpürürüm, sizi temin ederim günün sonunda şehirdeki en güzel bahçeye sahip olacaksınız.

Kadın:

- Lütfen ısrar etme, teşekkür ederim, ben çimleri biçen çocuktan çok memnunun.

Küçük çocuk yüzünde bir gülümsemeyle telefonu yerine koydu.

Bütün bu konuşmayı dinleyen market sahibi çocuğun yanına gitti ve:

- Evlat … Tavrını ve konuşma tarzını çok beğendim. Eğer istersen tam sana göre bir iş var elimde.

Küçük çocuk:

-Hayır amca, çok teşekkürler. Benim zaten bir işim var.

Market Sahibi:

-Ama sen biraz önce bir hanımla konuşurken gerçekten iş için yalvarıyordun.

Küçük çocuk:

-Hayır amca, şu anda yaptığım işteki performansımı kontrol ediyordum. Konuştuğum o bayan için çimleri biçen benim.

Kıssadan Hisse: Performans değerlendirme anlayışınızı ve verimliliği değerlendirmedeki rolünü geliştirin, hesap verebilirliği artırın, karar almaya rehberlik edin ve bunu gerçekleştirmek için en iyi uygulamalarla öğrenmeyi ve gelişimi destekleyin. Geri bildirim bir hediyedir. Fikirler, bir sonraki başarımızın para birimidir. Hepimizin bize geri bildirimde bulunacak insanlara ihtiyacı var; ancak bu şekilde gelişebiliriz.

Son Söz: Ortalama oyuncular yalnız bırakılmak ister. İyi oyuncular çalıştırılmak ister. Büyük oyuncular kendilerine gerçeğin söylenmesini ister. Doc Rivers

15. Develerin Hepsini Oturtamadım


Uzun zaman önce, James adında genç bir adam, çölün yakınında bulunan ıssız bir köyde karısı ve oğlu ile birlikte yaşıyordu. Eğitimli bir insandı ve çevre bölgelerle ticaret yapıyordu. Ama hayatından hiç memnun değildi, sürekli yeni problemlerle yüzleşmek zorunda kalıyordu. Endişeli ve düşünceli hali herkesin dikkatini çekiyordu.

Bir gün uzak şehirlerin birinden bir Aziz, 100 develik bir kervanla köyün dışına geldi ve orada birkaç gün kalmaya karar verdi.

Kısa süre sonra köylüler arasında Azizin insanların sorunlarını bilgeliğiyle çözdüğüne dair söylentiler yayılmaya başladı. Bu söylentiler James'in de kulağına gitti ve o da Azizi ziyaret etmeye karar verdi.

James oraya vardığında, yüzlerce kişi sıranın kendisine gelmesini bekliyordu. Uzun süre bekledikten sonra sıra nihayet kendisine gelmişti. James sorunlarını anlatmaya başladı:

- Aziz efendi, ben çok mutsuzum; bazen ticaret hayatında yaşadıklarım, bazen ailevi sorunlar, bazen de sağlığım için endişeleniyorum. Kendim için sürekli bir çıkış yolu arıyorum, sürekli çözüm, sürekli iyiyi ve doğruyu arıyorum. Lütfen öyle bir şey söyleyin ki, hayatımdaki tüm sıkıntılar son bulsun ve ben de diğer insanlar gibi yaşayabileyim.

Aziz gülümsedi ve:

-Oğlum bugün çok geç oldu. Cevabını yarın sabah vereceğim… Ama benim için küçük bir iyilik yapmanı istiyorum.

James, hiç düşünmeden kabul etti. Aziz konuşmaya devam etti:

-Bak evlat, bizim kervanda yüz deve var. Bakıcıları bugün hastalandı. Bu gece onlarla ilgilenmeni istiyorum. Sadece tüm develerin oturduğundan ve uygun şekilde dinlendiğinden emin ol. Yüz devenin hepsi oturunca; o zaman sen de gidip uyuyabilirsin.

Ertesi sabah Aziz, James'le karşılaştı ve:

-Oğlum, umarım dün gece iyi bir uyku çekmişsindir.

James'in yorgunluğu yüzünden belli oluyordu ve:

- Maalesef Aziz efendi hiç uyuyamadım. Çünkü, çok denedim ama, develerin hepsini oturtmayı başaramadım.

Aziz gülümsedi ve:

-Böyle olacağını biliyordum zaten; şimdiye kadar, develerin hepsinin aynı anda oturduğu hiç görülmedi.

James sitem dolu bir sesle sordu:

-O zaman neden benden bunu yapmamı istedin?

Aziz konuşmaya devam etti:

- Evlat, dün gece yaşadıklarını hatırla. Ne kadar denersen dene bütün develer aynı anda oturmadı. Develerin bir kısmının oturmasını sağlarsın, diğer tarafta ayakta duran birkaç deve daha bulursun.

James doğrularcasına başıyla onayladı. Aziz devam etti:

-Benzer şekilde; bir problemi çözdüğünde, yeni bir problem ortaya çıkacak, yaşadığın sürece, bu böyle sürüp gidecek… bazen daha az, bazen daha fazla….

"Peki ne yapmalıyız?" diye sordu James merakla. Aziz devam etti:

-Bu sorunlara rağmen hayattan zevk almayı öğrenmelisin. Dün gece neler yaşadığını tekrar hatırlamaya çalış; birçok deve kendi kendine oturdu, bazıları için biraz çaba sarf etmek zorunda kaldın, ancak birçok deve senin muazzam çabalarına rağmen oturmamakta inat etti.

James, dün gece yaşananların aynen bu şekilde olduğunu başını sallayarak onayladı.

Aziz gülümsedi ve:

- Bir süre sonra geri dönseydin, onca çabana rağmen oturmayan bazı develerin artık oturduklarını görürdün dedi.

James de "Evet, dün gece aynen böyle oldu oldu" diye yanıtladı.

Aziz, “Bu olanlardan bir şey anladın mı?” diye sordu. James'in herhangi bir cevabı yoktu ve meraklı gözlerle Azize bakıyordu.

Aziz konuşmaya devam etti:

-Problemler develer gibidir; bazı problemler kendiliğinden çözülür, bazıları biraz çaba sarf ettiğinizde çözülür... ancak ne yaparsan yap bazı problemleri çözmeyi başaramazsın. Hayatın zamanlamasına güven ve bazı sorunların çözümünü zamanın akışına bırak. Zamanı gelince sorunun kendiliğinden çözüldüğünü göreceksin.

James, şaşkınlıkla dinliyordu. Artık hayatın sorunlarına karşı tamamen yeni bir bakış açısına sahipti ve daha huzurlu görünüyordu.

Kıssadan Hisse: Sorunun ne olursa olsun, sınırsız çözüm yolu olduğunu bil. Yeter ki sen çözüm yollarını görmeyi iste ve kararlı ol. Bir sorunun olduğunda, sorunun kendisine değil, o sorunun çözümüne odaklanmak en iyisidir. Sorunları çözmek için elinizden gelenin en iyisini yapın. Tüm çabalarınıza rağmen çözemedikleriniz için endişe etmeyin, zamana bırakın ve hayatın tadını çıkarın. Zamanı geldiğinde bu sorunlar kendiliğinden çözülecektir.

Son Söz: Işık karanlığı dağıtır. Yapıcı düşünceler yıkıcı düşünceleri yok eder. Çözüm problemde saklıdır. Her sorunun cevabı kendi içindedir. Joseph Murphy

16. Serçe ve Göçmen Kuşun Hikayesi


İhanetin adı göçmen bir kuşa verilmiş, 
Sadakatin adı ise; bir serçeye

Göçmen kuş bütün bahar ve yaz boyunca
Küçük köyün üstünde uçmuş serçeyle beraber

Küçük sinekleri, kurtları yemişler,
Kış yağmurlarıyla şaha kalkmış, derelerden su içmişler.

Masmavi gökyüzünde dans etmişler,
Çiçek açan ağaçlara konup, papatya tarlalarında gezmişler…

Birbirlerine söz vermiş kuşlar;
Ayrılmayacağız diye.

Ama kış gelmiş,
Göçmen kuş adına yakışanı yapmaya kararlıymış,

Serçe ise her zamanki gibi sadık
Ama sevgi de yabana atılmaz bir gerçek.

Ayrılık acı, ihanet kötüymüş serçe için
Yaşamaksa önemli imiş göçmen için.

O, baharların tatlı eğlencesiymiş sadece
Gel demiş serçeye benle beraber…

Başka bir bahara uçalım.
Serçe ise burda bekleyelim demiş yeni baharı

Ama kış acımasızdır, demiş göçmen,
Yaşayamayız burda, aç kalır üşürüz

Serçe hayır demiş korunuruz kötülüklerinden kışın beraber
Göçmen inanmamış serçeye hayır demiş gidelim.

Serçe için gitmek nasıl bir ihanetse yaşadığı yere
Kalmakta aynı şekilde ihanetmiş sevgiliye

Ve karar vermiş sevgiyi seçmiş
Uçacakmış yeni bir bahara…

Göçmen ve serçe çıkmışlar yola,
Ama serçe zayıfmış,onun kanatları uzun uçuşlar için değil.

Dayanamayacakmış bu yola
Oysa göçmenin kanatları güçlüymüş

Çünkü o hep kaçarmış kışlardan
Hep gidermiş zorluklarından kışın yeni baharlara

Bir fırtına yaklaşıyormuş.
Göçmen hızlı gidiyormuş fırtınadan, yakalanmayacakmış

Ama serçe iyice zayıf kalmış, yavaşlamaya başlamış
Göçmene duralım demiş artık.

Biraz dinlenelim
Göçmen itiraz etmiş, fırtına demiş, ölürüz.

Serçe çok fırtına görmüş, kurtuluruz demiş.
Ama göçmen yürü demiş serçeye birazdan okyanuslara varacağız

Serçe sevgisine uymuş ve peşinden son bir gayretle gitmiş göçmenin
Birazdan varmışlar okyanusa

Kurtuluşuymuş bu büyük deniz
Göçmen için çok iyi bilirmiş buraları

Ama serçe ilk kez görüyormuş ve sanki
Gökyüzünden daha büyükmüş bu yeni mavi

Serçe artık dayanamıyormuş,
Son bir sevgi sesiyle seslenmiş göçmene

Artık gidemiyorum…. Göçmen serçeye bakmış,
Bakmış ve devam etmiş……..

Okyanus çok büyükmüş, serçe ise çok küçük
Serçenin sevgisi de çok büyükmüş ama göçmen çok küçük…

Mavi sularında okyanusun bir minik SADAKAT …
Yeni bir baharın koynunda koca bir İHANET…

Kıssadan Hisse: Sonunda, sana en çok ihanet edenler, en çok güvendiğin insanlar olacaktır. İhanetin acısını bilen adam, dostluğun gerçek değerini bilir. Bize haksızlık edenleri sessizce affetmek ve onlarla bir daha asla konuşmamak kibir ya da gurur değil, bir nevi tedbirli olmaktır.

Son Söz: Her acı seni güçlendirir; her ihanet seni daha zeki yapar, her hayal kırıklığı seni daha yetenekli yapar ve her deneyim seni daha akıllı yapar. Öğrenmeyi asla bırakma, çünkü hayat öğretmeyi asla bırakmaz. Unutmayın saygı gibi, sadakat de satın alınmaz, kazanılır.

17. Bir Annenin Fedakarlığı


Japonya’da meydana gelen bir depremde kurtarma ekibi genç bir kadının yaşadığı enkaza ulaşır. Kadının enkaz altındaki pozisyonu biraz ilginçtir; sanki ellerinde bir şey tutarak iş yaparken dizlerinin üzerine çökmüş haldedir. Bu esnada sanki ev üzerine yıkılmış gibidir. Kurtarma ekibinin lideri yine de canlı olma ümidi ile kadına ulaşmaya çalışır, maalesef kadın çoktan ölmüştür.

Ekip tam oradan ayrılıp başka bir enkaza hareket etmek üzere iken bir sebepten dolayı ekip lideri açılan delikten içeri doğru tekrar bakar ve heyecanla seslenir:

-Bir çocuk!..bir çocuk var!

Ekip uzun bir çalışmadan sonra çiçekli bir battaniye içinde ölü kadının cesedinin altında üç aylık bir çocuk bulur. Kadın son bir hamle ile çocuğunu kurtarmak için bedenini ona siper yapmıştır. Ekip çocuğa ulaştığında bebek hala uyumaktadır.

Doktor çabucak gelir ve çocuğu muayene eder. Battaniyeyi açtığında içinde bir cep telefonu bulur. Ekranda herkesi duygulandıran yazılı bir mesaj vardır:

- Eğer kurtarıldıysan, seni sevdiğimi hatırla...

Kıssadan Hisse: Annelik, koşulsuz sevgiyi, özveriyi ve fedakarlığı kapsayan inanılmaz bir yolculuktur. Hayatınıza bir çocuk girdiğinde hayatınız yalnızca ona adanır ve hiç kimse çocuğunuz kadar önemli olmaz. Anne olmadan bilemezsin gerçek aşkın, tutkunun ne demek olduğunu. Anne olmadan bir başkası için gerçekten endişelenmiş sayılamazsın. Ve anne olmadan gerçek mutluluğu tatmış sayılmazsın.

Son Söz: Anne, beş kişi için yalnızca dört dilim pasta olduğunu fark ettiği anda, pastadan nefret ettiğini duyuran ilk kişidir. Tenneva Jordan

18. Bir Babanın Sevgisi


Delikanlı 16 yaşında iken babası ile tartışmış ve evi terk etmişti. Buna çok öfkelenen baba, evde onun adı bile anılmayacak diye yasak koymuştu.
Anne her gece evi terk eden oğlunun yatağına oturup yastığını koklayarak uyuyordu ve kocasına yalvarıyordu:

- Oğlumu özledim, ne olur gidip arayalım, bulup getirelim dese de, baba geri adım atmıyordu.

Aradan iki yıl geçmişti. Oğlunun doğum günü o yıl babalar günü ile aynı güne denk gelmişti. Annenin ağlamaklı halini görünce dayanamadı baba:

-Şu adrese git, oğlunu gör dedi.

Ve ekledi: Adresi benim verdiğimi söyleme ama.

Birkaç şey daha söyledi ama anne duymuyordu bile, aklında bir tek adres kalmıştı. Anne sevinçten uçuyordu.

Hemen hazırlandı yola koyuldu. Büyük bir şehrin karşı yakasındaydı babanın verdiği adres. Gittiği adres bir tamirhaneydi. Oğlunu tulum içinde gördü.

Bir süre ıslak gözlerle dükkanın karşısından izledi ve oğluna doğru yaklaşmaya başladı.

İki yıl boyunca kendisini arayıp sormayan ailesini unutan delikanlı aniden annesini karşısında görünce önce şaşırdı, sonra koşup sarıldı annesine.

Babası hariç herkesi soruyordu: O nasıl, bu nasıl diyerek.

Ve sonunda: O adam nasıl, hala aksi ve anlayışsız mı? diye sordu annesine.

Anne cevapsız bıraktı bu soruyu: Hadi oğlum gel eve gidelim dedi.

-Hayır anne, ben böyle iyiyim. O adamla tekrar aynı evde yaşayamam dedi ve dükkana doğru yürümeye başladı.

Arkasından bir süre bakakalan anne hazırladığı pastayı oğluna vermek için seslendi. Delikanlı pastayı alırken annesine:

-Anne ne olur ısrar etme, gelmeyeceğim. Bir gün bile merak edip arayıp sormayan bir adamla aynı evde yaşayamam ben dedi.

Anne boynu bükük halde oğlunun yanından ayrılmaya hazırlanırken:

-Peki oğlum sen bilirsin. Anlaşılan çok kararlısın, gelmeyeceksin. Ama baban dedi ki; son bir aydır arkadaşlık ettiği çocuktan uzak dursun, o çocuk sana zarar verecek. Önceki arkadaşıyla barışsın.

Bu kez çocuk donakalmıştı.

Annesi eve dönmüştü. Babaya sitem etti:

-Madem biliyordun nerde olduğunu neden benden sakladın? O yüzden rahattın demek.

Hep ters, aksi görünen baba yutkundu ve gözlerinden iki damla yaş akıverdi:

-O benim canımdır ya, canım dedi.

-Ne zamandan beridir biliyordun? diye sordu anne.

-Gittiği günden beridir biliyorum. Bazen öğlen molalarında ne yiyip ne içiyor diye gider uzaktan izlerdim, Bazen akşamları geç gelirdim ya hani, sen beni kahveden geliyorum sanırdın, işte o zamanlarda da ne yapıyor kimlerle takılıyor diye takip ederdim.

Karı koca bir birlerine sarılıp ağlarken kapı çalmıştı. Elleriyle gözlerini silerek kapıyı açmaya gitti anne.

Annesinin kendisine yaptığı pastadan daha büyük bir pasta ve hediye paketi ile içeri girdi delikanlı. Koşarak babasına sarıldı ve:

- Babalar günün kutlu olsun babacığım dedi ağlayarak.

Delikanlı anlamıştı. Kendisine hiç bakmadığını düşündüğü babasının, aslında gözünü hiç üzerinden ayırmadığını….

Kıssadan Hisse: Bir babanın sevgisi sınır tanımayan bir güçtür. Çocuklarını tüm kusurlarıyla kucaklayan bir sevgidir bu. Koşullar ne olursa olsun baba sevgisi sarsılmaz. Bu sevgi, çocuklarına hayattaki en iyi fırsatları sunmak için perde arkasında sessizce çok çalışmaktır. Bir babanın gözyaşları ve korkuları görülmez, sevgisi ifade edilmez, ancak ilgisi ve koruması hayatımız boyunca bir gölge gibi izler bizi.

Son Söz: Baba dış dünyaya açılan ilk gerçeklik imgesidir. Kabul edilmek, beğenilmek ve onaylanmak için çaba sarf ettiğin ilk ilişkidir. Baba dış dünyayı, ayakta kalabilmeyi, bağımsızlığı ve gücü temsil eder. Banu Yaşar

19. Bardağınızı Boşaltın (Klasik Zen Hikayesi)


Bir zamanlar son derece bilgili biri olarak tanınan bir üniversite profesörü vardı. Felsefe alanında kendisine ait birçok araştırma yapılan değerli bir bilim insanı idi kendisi. Profesör, Zen felsefesine büyük ilgi duyuyordu ve bu konuda daha fazla şey öğrenmek istiyordu. Zen bilgeliğinin inceliklerini öğrenmek için ünlü bir Japon Zen ustasını ziyaret etti.

Zen ustalarının mekanına vardığında, müritleri onu Zen Ustasının odasına götürdüler. Ustanın fiziksel görünüşü cana yakındı ve ruhu yüceydi. Yüzü parlıyordu ve çevresine çok güçlü pozitif enerji veriyordu.

Usta ziyaretçisini karşıladıktan sonra ziyaretinin sebebini sordu. Profesör ona Zen felsefesi hakkında daha derin bilgiler öğrenmek istiyorum onun için buradayım dedi. Zen ustası profesöre sordu:

-Sen her yerde bilginle tanınıyorsun, lütfen benimle bir şeyler paylaş dedi.

Profesör, farklı alanlardaki araştırmalarını tek tek anlatmaya başladı. Bir süre sonra Zen hakkındaki bilgilerini paylaşmaya başladı. Zen ustası onu bir saat sessizce dinledi.

Zen ustası araya girdi ve profesöre biraz çay içmek isteyip istemediğini sordu. Kabul etmesi gerektiğini bilen profesör gülümsedi ve cömertliği için Zen ustasına teşekkür etti. Zen ustasının müritlerinden biri ortadan kayboldu ve ardından iki fincan ve biraz dumanı tüten çayla hızla geri döndü.

Usta çayı bardağa doldurmaya başladı ve profesöre gülümsedi. Bu arada Profesör, Zen hakkındaki bilgilerini ustayla paylaşmaya devam ediyordu.

Usta çayı yavaş yavaş döktü ve fincan tamamen doldu. Ama durmadı ve bardağa çay dökmeye devam etti. Çay masaya dökülmeye başladı. Profesör bunu fark etti ve taşarken izlemeye devam etti.

Kısa süre sonra profesörün üzerine çay dökülmeye başladı ve artık kendini tutamadı. Profesör sinirli bir şekilde:

-Dur! Görmüyor musun bardak zaten dolu, taşıyor

Zen ustası durmadı ve yine de çayı doldurmaya devam etti. Profesör bunu bir saygısızlık olarak algıladı ve çıkmak için kapıya doğru ilerledi. Usta ona seslendi:

-Profesör, lütfen beni dinleyin. Ama profesör durmadı. Usta arkasından koştu ve onu durdurdu ve sakince ona çayı bardağa dökmeye devam etmesinin nedenini açıkladı:

-Soru sormak için buradasın. Ama cevaplar için henüz hazır değilsin. Aynı bu bardak gibi, sen de kendi düşüncelerin ve görüşlerinle dolusun. Eğer bardağını boşaltmazsan, sana Zen öğretilerini nasıl aktarabilirim?

Kıssadan Hisse: Bazen yanıtlar size yalnızca sizin anlayabileceğiniz şekillerde gelir. Bu nedenle, mesajı anlayabilmek için açık bir zihne sahip olmak çok önemlidir. Yeni şeyler öğrenebilmek için de unutma sanatında (bardağınızı boşaltmanız) ustalaşmanız gerekir. Doğada güzel bir yürüyüş yapmak ve derin bir nefes almak, en sevdiğiniz müziği dinlemek, ihtiyacınız olan zihinsel berraklığı size vermeye yardımcı olabilir. Rahatlayın, zihnin boşalmasına izin verin ve ruhunuzdan akmaya başlayan büyük hazineyle kendinizi şaşırtın.

Son Söz: Zihnini boşalt, biçimsiz ol, şekilsiz, su gibi. Suyu bardağa koyarsan, bardak oluverir. Suyu şişeye koyarsan, şişe oluverir. Demliğe koyarsan, demlik oluverir. Su hem akabilir, hem gürleyebilir. Su ol, dostum. Bruce Lee

Motivasyon hikayeleri bizi ayağa kaldırma, gülümsetme, cesaretlendirme, motive etme ve bize değerli hayat dersleri verme yeteneğine sahiptir. Bu hikayeler insana o yapabiliyorsa ben de yapabilirim hissi veriyor.

Tarih boyunca insanlar, daha iyi bir hayat yaşamak için bir örnek olarak kullanmasını umarak ilham verici hikayeleri öğretmek, teşvik etmek ve ilham vermek için kullandılar. Bazıları düşündürecek, bazıları ise ağlatacak cinsten hikayeler. Umarım bu öykülerden bazıları, hayallerinizin peşinden gitme cesareti verir.

Beğendiğiniz öyküleri; arkadaşlarınız, aileniz ve sevdiklerinizle paylaşın ve onlara da ilham verin. Bildiğiniz diğer hikayeleri yorum bölümüne ekleyebilirsiniz.

Yorum Gönder

أحدث أقدم