Bu motive edici hikayeler hayallerinizin peşinden gitmeye, başkalarına nezaketle davranmaya ve asla vazgeçmemeye teşvik edecektir.
Kısa motivasyon öyküleri; bize ilham verme, bakış açımızı değiştirme ve kendimizin en iyi versiyonu olmamız için zorlukların üstesinden gelmemize yardımcı olma gücüne sahiptir. Bu hikayeler değerli bilgiler ve dersler sunarak bir ömür boyu bizimle kalabilir.
Bu motive edici kısa öyküleri, zorlukların üstesinden nasıl gelebileceğimizi ve bazen karşılaştığımız en büyük engelin kendimiz olduğunu hatırlatmak için topladım. Öyleyse gelin motivasyon veren kısa öykülerin dünyasını keşfedelim ve kişisel gelişim ve dönüşüm için sonsuz olasılıkları keşfedelim.
1.Sizin Hiç Adanız Oldu Mu?
Thomas Cook, bir araştırma gezisi sırasında Atlas Okyanusu’nun bir yerinde; milyonlarca kuşun havada çığlıklarla daireler çizerek uçtuğunu görür.
Kulakları sağır edecek kadar yüksek sesle çığlıklar atan kuşlardan yorulanlar, okyanusun dev dalgalarına atılarak intihar ederler.
Bu olayı yıllar boyunca birçok balıkçı görür, birçok bilim adamı araştırır.
Kuş bilimcileri yaptıkları araştırmalarda göçmen kuşların farklı yönlerden gelerek okyanusta bu noktada birleştiklerini keşfederler; ancak intihar etmelerinin nedenini çözemezler.
Yıllar süren araştırmalar sonucunda bu trajik olayın yaşandığı yerde bir ada olduğunu, kuşların göç yolu üzerinde bulunan bu adanın deprem sonucunda okyanusa gömüldüğünü bulurlar.
İnsanların yokluğunu bile fark edemedikleri ada; kuşlar için göç yollarının vazgeçilmez durağıdır. Kuşlar, binlerce yıllık alışkanlıkla adanın yerini bilmektedirler ve yıpratıcı bir yolculuktan sonra aradıkları adayı bulamayınca yorgunluktan bitkin düşen bedenlerini çığlık çığlığa okyanusun sularına gömmektedirler?
Kıssadan Hisse: İşler planlandığı gibi gitmediğinde, endişelenmeyi bırakın ve yeniden güç toplamak için kısa bir ara verin. Ruhunuz için yapabileceğiniz en değerli şey, hiçbir şey yapmadan dinlenmesine, dolaşmasına ve ara sıra farklı ortamlarda yaşamasına izin vermektir.
Son Söz: Bir an hayata mola vermek, geri çekilip başka birinin hikayesini okuyor gibi yaparak kendine dışarıdan bakabilmek ne kadar güzel olurdu, düşünsene. İsmail Güzelsoy
2. Denizyıldızı Ve Küçük Kız
Adam, küçük kıza yaklaşır:
– Günaydın küçük prenses. Ne yaptığını sorabilir miyim?
Küçük biraz duraksadıktan sonra cevap verir:
– Denizyıldızlarını suya atıyorum.
Yaşlı adam devam eder:
– Neden atıyorsun onları okyanusa?
Bunun üzerine küçük kız:
– Birazdan güneş yükselip, sular çekilecek. Onları suya atmazsam ölecekler.
Yaşlı adam sorar:
– Ama küçük kız, kilometrelerce kumsal olduğunu ve her kilometrede denizyıldızı olduğunu bilmiyor musun? Bu kumsalda on binlerce deniz yıldızı olmalı. Korkarım pek bir fark yaratamayacaksın.
Kız eğilir, yerden bir denizyıldızı daha alır ve okyanusa fırlatır. Sonra yaşlı adama döner ve tatlı bir gülümsemeyle:
– Bunun için fark etti ama…
Kıssadan Hisse: Herkes dünyanın dertlerine dalıp gitmişken, bu gidişata birilerinin çomak sokması gerekiyor. Söz konusu fark yaratmak olduğunda illa milyonların hayatını değiştirmek gerekmiyor aslında. Bazen bir öğrenciye verdiğimiz burs, bazen hastanedeki bir çocuğun yüzündeki tebessüm olabilmek, bazen sevdiğiniz birine ona inandığınızı söylemek, bazen de sadece içten bir gülümseme. Küçük dokunuşlar, büyük farklar yaratabiliyor bu hayatta.
3.Ne Ekersen Onu Biçersin
Yaşlı kadın evde tereyağı yapıyordu. Kocası ise her gün yakınlarındaki bakkala götürüp satıyor, onunla geçiniyorlardı.
Bakkal, adamın getirdiği tereyağını hiç tartmıyordu. Ancak bir gün acaba dedi; adam gittikten sonra tereyağını tartıya koydu.
900 gram olduğunu görünce çok öfkelendi ve yarın geldiğinde bunun hesabını sorar bir daha da ondan alışveriş yapmam dedi.
Ertesi sabah yaşlı adam elinde tereyağıyla içeri girdi, bakkal sert bakışlarıyla bir daha senden tereyağı almayacağım dedi.
Yaşlı adam üzülerek; efendim bir yanlışım mı oldu dedi.
Bakkal, efendi senin bana getirdiğin tereyağını tarttım, 900 gram geldi ayıp değil mi bu yaptığın dedi.
Yaşlı adam utanarak başını öne eğdi ve:
-Beyim bizim terazimiz yok, sizden bir kilo şeker almıştık, onu tartı olarak kullanıyoruz.
Bakkal utancından ne yapacağını şaşırdı.
4. Patates, Yumurta ve Kahve
Bir problemi çözer çözmez, bir yenisi çıkıyordu karşısına.
Genç kızın bu yakınmaları karşısında, mesleği aşçılık olan babası ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi.
Bir gün onu mutfağa götürdü. Üç ayrı cezveyi suyla doldurdu ve ateşin üzerine koydu.
Cezvelerdeki sular kaynamaya başlayınca, Bir cezveye bir patates, diğerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve çekirdeklerini koydu. Daha sonra kızına tek kelime etmeden, beklemeye başladı.
Kızı da hiçbir şey anlamadığı bu faaliyeti seyrediyor ve sonunda karşılaşacağı şeyi görmeyi bekliyordu. Ama o kadar sabırsızdı ki, sızlanmaya ve daha ne kadar bekleyeceklerini sormaya başladı.
Babası onun bu ısrarlı sorularına cevap vermedi. Yirmi dakika sonra, adam cezvelerin altındaki ateşi kapattı. Birinci cezveden patatesi çıkardı ve bir tabağa koydu. İkincisinden yumurtayı çıkardı. Daha sonra son cezvedeki kahveyi bir fincana boşalttı.
Kızına dönerek sordu: Ne görüyorsun ?
Kız denileni yaptı ve patatesin yumuşamış olduğunu söyledi.
Söylenileni yapan kızın yüzüne, kahvenin nefis tadıyla bir gülümseme yayıldı. Ama yine de bütün bunlardan bir şey anlamamıştı:
Ama her biri bu sıkıntı karşısında farklı farklı tepkiler vermişlerdi. Patates daha önce sert, güçlü ve tavizsiz görünürken, kaynar suyun içine girince yumuşamış ve güçten düşmüştü. Yumurta ise çok kırılgandı; dışındaki ince kabuğun içindeki sıvıyı koruyordu. Ama kaynar suda kalınca, yumurta sertleşmiş katılaşmıştı. Ancak kahve çekirdekleri bambaşkaydı. Kaynar suyun içinde kalınca, kendileri değiştiği gibi suyu da değiştirmişlerdi ve ortaya tamamen yeni bir şey çıkmıştı.
-Sen hangisisin diye sordu kızına.
Peki Sen Hangisisin………?
5. Çivi Çıkar İzi Kalır
Bir zamanlar küçük bir kasaba vardı; bir adam, karısı ve oğlu ile birlikte ile mutlu bir şekilde yaşıyorlardı bu küçük kasabada. Zaman ilerledikçe; baba, küçük oğlunun davranışlarının değişmeye başladığını fark etti.
Çocuk çok huysuzdu. Kendisini düzeltmesi konusunda baba onu uyarmaya çalıştı ama sonuç alamadı. Oğlan çok sık sinirleniyor ve çoğu zaman öfkesini kontrol edemiyordu. Sözleri başkalarını incitmeye başlamıştı; arkadaşları onunla konuşmak istemiyor ve ailesi onun için gerçekten endişeleniyordu artık.
Güzel bir sabah baba, oğlunu evin arka bahçesindeki ahşap çitin yanına çağırdı. Çocuğun davranışlarını düzeltmesi için bir planı vardı. Ona bir torba çivi ve bir çekiç verdi ve:
-Arkadaşlarınla tartışıp, kavga ettiğin her an için bu tahtaya torbadaki çivilerden birini çak dedi.6. Kozadaki Kelebek
Sonra adam, kelebeğin kozadan çıkmak için çabalamaktan vazgeçtiğini, gücünün kalmadığını düşündü. Kelebeğe yardım edeyim de kolayca çıksın diye düşündü ve kozadaki deliği daha rahat çıksın diye büyüttü.
Bu sayede kelebek kozasından kolayca çıkabildi. Fakat çıkmaya daha hazır değildi, bedeni hala kuru ve kanatları buruş buruştu. Adam, kelebeğin gücünü toplayıp, kanatlarını açıp, uçacağını düşünüyordu. Ama Kelebek kozasından zamanından önce çıkmıştı. Ne kadar çabalasa da uçamadı ve buruşmuş kanatlarıyla yerde sürünmeye devam etti.
Adam iyi niyetli bir şekilde kelebeğe yardım etmeyi istemişti ama bilmediği nokta; kelebeğin kozadan çıkmak için çabalaması, bedenindeki sıvının kanatlarına gitmesini ve bu sayede doğru zamanda kozasından çıktığında uçabilmesini sağlayacaktı.
7. Yavru Fil ve Öğrenilmiş Çaresizlik
Hindistan'da yabani bir fil yavrusu kalın bir zincirle bir ağaca bağlanır. Tabi yavru filin bu zinciri koparabilmesi ya da kazığı yerinden söküp atabilmesi mümkün değildir.
Kaçmak için ne kadar çabalasa da zincirden kurtulamaz. Sonunda pes eder ve yapabileceği hiçbir şey olmadığını kabul eder.
Bir süre sonra zincir bir halatla değiştirilir. Fil birkaç kez halatı çeker ve kaçmaya çalışır ve sonra yine pes eder.
Yıllar geçer yavru kocaman ve güçlü bir file dönüşür. Bağlı olduğu halatın ve ağacın onlarca katına gücü yetebilir artık. Bu arada halat sembolik bir ip ile değiştirilir. İlginç bir şekilde filin hareket etmeye çalışmadan önce sahibinin ipi çözmesini sabırla beklediği görülür.
Çünkü esareti öğrenmiş ve özgür olamayacağına inanmıştır, kırılamayan şey filin zinciri değil inancıdır artık.
Kıssadan Hisse: İşte biz buna "öğrenilmiş çaresizlik" diyoruz. Öğrenilmiş çaresizlik, bir kişinin sürekli olarak olumsuz, kontrol edilemeyen bir durumla karşı karşıya kalması ve bunu yapma yeteneğine sahip olsalar bile koşullarını değiştirmeye çalışmaktan vazgeçmesi durumunda ortaya çıkar.
8. Gelincik Hikayesi
Eşinin ölümünden sonra köydeki evinde tek başına yaşamak zorunda kalan hamile bir kadın vardı. Kadın gündüzleri bağ bahçede çalışır, akşam olunca da evinin yolunu tutardı.
Bir gün eve dönerken yol kenarında bulduğu yaralı bir gelinciği acıyarak kucağına aldı ve eve götürdü. Bilirsiniz gelincik evcil bir hayvan değildir. Fakat gördüğü sevgi, şefkat ile gelincik, zamanla uysallaştı. Eve ve kadına o kadar çok alışmıştı ki, kadının yanından bir an bile ayrılmaz olmuştu.
Birkaç ay sonra kadın doğum yaptı.
Eve neşe ve mutluluk getiren bu küçük yavrucağı gelincik de çok sevmiş, artık ailesi olarak gördüğü bu anne ile yavrucağa sanki daha bir gönülden bağlanmıştı.
Kadın tek başına tüm zorluklara göğüs germek ve yavrusuna bakmak zorunda olduğunu biliyordu. Bütün ağır yüküne rağmen günler geçti.
Kadıncağız yine bir gün yavrusunu gelincikle evde yalnız bırakarak, çalışmak üzere bağa gitti.
Her şey akşama doğru eve döndüğünde oldu. Yorucu bir günün ardından evine dönen kadın, gelinciği ağzı kanlı bir halde yerde yatarken bulunca beyninden vurulmuşa döndü. Korktuğu başına mı gelmişti. Hep bu gelinciğin bir gün yavrusuna bir zarar verebileceğinin huzursuzluğunu taşımış, ama gelinciğin uysal haline bakıp ihtimal vermemişti. Fakat şimdi gördüğü tablo onu adeta çıldırtmıştı.
Yerde yatan gelinciğe saldırıp, çığlıklar atıp, tekmeleyerek, basıp ezerek hayvanı hemen oracıkta öldürdü.
Bir yandan da ağlıyordu. Öylesine kendisinden geçmişti ki, kendi haykırışlarından bebeğin odasından gelen sesi zar zor hissetti. Duyduğu bir ağlama sesiydi. Bebeği ağlıyordu sanki. Dikkat kesildi, evet bu bebeğinin ağlamasıydı. Koştu, heyecanla odaya girdi.
Odada beşiğe baktı. Beşiğin içinde kendisini görür görmez susup gülücükler dağıtan bebeği sağ ve sapasağlamdı.
Hemen yavrusunu aldı, bağrına bastı. Rabbine şükürler etti. Heyecanı, telâşı yatıştı. Gözlerinin yaşını sildi. Bebeğini öpüp kokladı.
Ve az sonra beşiğin hemen yanında duran parçalanmış yılanı fark edebildi.
9. Çiçekle Suyun Hikayesi
Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktan içi içine sığmaz artık ve anlar ki, suya aşık olmuştur.
İlk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar, "Sırf senin hatırın için ey su" diye...
Öyle zaman gelir ki, artık su da içinde çiçeğe karşı bir şeyler hissetmeye başlamıştır. Zanneder ki, çiçeğe aşıktır ama su da ilk defa aşık oluyordur.
Günler ve aylar birbirini kovalar ve çiçek acaba "Su beni seviyor mu?" diye düşünmeye başlar.
Çünkü su, pek ilgilenmez çiçekle... Halbuki çiçek, alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz.
Çiçek, suya "Seni seviyorum der. Su, "Ben de seni seviyorum" der. Aradan zaman geçer ve çiçek yine "Seni seviyorum" der. Su, yine "Ben de" der.
Çiçek, sabırlıdır. Bekler, bekler, bekler...Artık öyle bir duruma gelir ki, çiçek koku saçamaz etrafa ve son kez suya "Seni seviyorum." der.
Su da ona "Söyledim ya ben de seni seviyorum." der ve gün gelir çiçek yataklara düşer. Hastalanmıştır çiçek artık. Rengi solmuş, çehresi sararmıştır çiçeğin.
Yataklardadır artık çiçek. Su da başında bekler çiçeğin, yardımcı olmak için sevdiğine... Bellidir ki artık çiçek ölecektir ve son kez zorlukla başını döndürerek çiçek, suya der ki; "Seni ben, gerçekten seviyorum." Çok hüzünlenir su bu durum karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır nedir sorun diye...Doktor gelir ve muayene eder çiçeği. Sonra şöyle der doktor: "Hastanın durumu ümitsiz artık elimizden bir şey gelmez."
Su, merak eder, sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık nedir diye ve sorar doktora. Doktor, şöyle bir bakar suya ve der ki: "Çiçeğin bir hastalığı yok dostum... Bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için" der.
Ve anlamıştır artık su, sevgiliye sadece "Seni seviyorum" demek yetmemektedir.
10. Baltayı Bilemek
Bir ormanda iki ormancı ağaç kesiyormuş. Birinci ormancı sabah erkenden kalkıyor, ağaç kesmeye başlıyormuş, bir ağacı kesip hemen diğerine geçiyormuş. Gün boyunca, dinlenmek için ve öğle yemeği için kendine vakit ayırmıyormuş. Akşamları da ormancı arkadaşından birkaç saat sonra ağaç kesmeyi bırakıp evine daha geç gidiyormuş.
İkinci ormancı ise arada bir dinleniyor ve hava kararmaya başladığında evine dönüyormuş. Bir hafta boyunca kim daha fazla ağaç kesecek bakalım demişler, bu yoğunlukta çalıştıktan sonra ne kadar ağaç kestiklerini saymaya başlamışlar.
Sonuç: ikinci ormancı çok daha fazla ağaç kesmiş. En çok ağacı kendinin kestiğini sanan birinci ormancı çok şaşırmış:
– Bu nasıl olabilir? Ben daha çok çalıştım. Senden daha erken ağaç kesmeye başladım, senden daha geç evime döndüm. Ama sen daha fazla ağaç kestin. Nasıl daha başarılı oldun, sırrın nedir?
İkinci ormancı tebessümle yanıt vermiş:
– Bir sırrım yok. Sen durup dinlenmeden çalışırken ben birkaç ağaç kestikten sonra hem dinleniyordum hem de baltamı biliyordum. Keskin baltamla, daha az çabayla, daha çok ağaç kestim.
Sonuç
Kıssadan Hisse: Günümüzün rekabet ortamında nefes almadan çok yoğun bir şekilde çalışıyoruz. Bu tempo uzun bir süre devam ederse hayat telaşlı ve sıkıcı bir hal alabilir. Böyle zamanlarda ara vermeniz, dinlenmeniz, düşünmeniz ve yeniden başlamanız gerekir.
11. Baba Bir Saatini Alabilir Miyim?
Adam yorgun argın eve döndüğünde beş yaşındaki oğlunu kapının önünde beklerken buldu.
Çocuk babasına:
-Baba bir saatte ne kadar para kazanıyorsun?” diye sordu.
Zaten yorgun gelen adam “bu seni ilgilendirmez” diye cevapladı.
Bunun üzerine çocuk:
-Babacığım lütfen bilmek istiyorum dedi. Adam:
-İlla ki bilmek istiyorsan 100 Lira kazanıyorum” diye cevap verdi. Bunun üzerine çocuk:
-Peki bana 50 Lira borç verir misin?” diye sordu. Baba çok kızmıştı:
-Bunu istemenin nedeni aptalca bir oyuncak veya başka bir saçmalık satın almak içinse, o zaman doğruca odana gidip yatıyorsun. Neden bu kadar bencil olduğunu da düşün ayrıca. Her gün böyle çocukça saçmalıklar için çalışmıyorum ben.
Çocuk sessizce odasına çıkıp kapısını kapattı. Adam sinirli sinirli bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder diye düşündü. Aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşti ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını hatırladı. Belki de gerçekten ihtiyacı vardı. Yukarı çocuğun odasına çıktı ve kapıyı açtı.
-Uyuyor musun oğlum? diye sordu.
-Hayır baba, uyanığım diye yanıtladı çocuk.
-Al bakalım istediğin 50 Lira sana az önce sert davrandığım için üzgünüm ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim dedi.
Çocuk sevinçle haykırdı:
-Teşekkür ederim babacığım.
Yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkardı, babasının suratına baktı ve yavaşça paraları saydı.
Bunu gören adam iyice sinirlenerek:
-Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun? dedi.
-Ama yeterince yoktu dedi çocuk ve paraları babasına uzatarak:
-İşte 100 Lira, şimdi bir saatini alabilir miyim babacığım? Lütfen yarın eve erken gel. Seninle akşam yemeği yemek istiyorum.
Bunu duyan baba kendini yıkılmış hissetti. Küçük oğluna sarıldı ve özür diledi.
12. Beş Dakika Daha Baba
Kışın sıcacık bir sabahtı ve güneş ışınları vücutta rahatlatıcı bir etki bırakıyordu. Robert yoğun programından biraz zaman ayırdı ve evinin yakınındaki parka gitti. Beş yaşındaki kızı Claudia, bahçedeki oyun alanında oynamak için sabırsızlanıyordu.
Parka ulaştılar ve Claudia hemen bahçedeki bisikletle oynamaya başladı. Robert oyun alanının yanındaki bir banka oturdu ve kızını izlemeye başladı. Yarım saat sonra; genç bir kadın gelip Robert'ın yanına oturdu. Robert, kızını izlerken oldukça mutlu hissediyordu.
Yanında oturan bayan gülümseyerek "O benim oğlum" dedi. Kaydıraktan aşağı süzülen mavi süveterli küçük, tombul bir çocuğu işaret etti. Robert, "O sevimli bir çocuk" dedi ve ekledi; bisiklet süren pembe elbiseli de benim kızım.
Sonra saatine bakan Robert, kızına seslendi:
-Claudia ne diyorsun ? Şimdi gidebilir miyiz.
Claudia:
-Sadece beş dakika daha baba" diye yalvardı. Lütfen… Sadece beş dakika daha.
Robert başını salladı ve Claudia dilediğince bisikletine binmeye devam etti. On beş dakika geçti ve Robert ayağa kalkıp tekrar kızına seslendi:
-Hadi Claudia, şimdi gitme zamanı.
Claudia tekrar yalvardı:
-Beş dakika daha baba... bana sadece beş dakika daha ver.
Robert gülümsedi ve "Tamam tatlım" dedi. Claudia oynamaya devam etti, gerçekten keyif alıyordu ve Robert gülümsüyor ve onu izliyordu. Gözleri mutlulukla dolmuştu.
15 dakika sonra aynı şey tekrarlandı, Robert Claudia'ya seslendi ve o da birkaç dakika daha oynamasına izin vermesi için yalvardı. Robert onun bir süre daha oynamasına memnuniyetle izin verdi.
Robert'ın yanında oturan kadın tüm bunları gözlemliyordu ve Robert'ın davranışına oldukça şaşırmıştı:
-Çok sabırlı bir babasınız, kızınızın isteğini tekrar tekrar güler yüzle yerine getirme çabanızı takdir ediyorum. Sizin yerinizde olsaydım, kesinlikle çok sinirlenirdim.
Robert gülümsedi ve konuşmaya devam etti:
-Ağabeyi John geçen yıl bisikletle eve dönerken sarhoş bir sürücü tarafından öldürüldü. John'la hiç fazla zaman geçiremedim ve şimdi onunla sadece beş dakika daha geçirmek için her şeyimi verirdim.
Robert gözlerinden yaşlar süzülürken sözlerine devam etti:
Claudia ile aynı hatayı yapmamaya yemin ettim. Bisikletine binmek için beş dakikası daha olduğunu düşünüyor. Gerçek şu ki, onun oyununu izlemek için benim de beş dakikam daha var.
13. Hayat Mevsimler Gibidir
Bir adamın dört oğlu vardı. Çocukları henüz genç ve tecrübesiz oldukları için, zaman zaman onların acele karar vermelerine ve önyargılı davranışlarına şahit oluyordu.
Bir gün onları etrafına toplayıp, biraz uzak bir yerdeki bir ağacı sordu. Çocukları ağacı bildiklerini söylediler, fakat niçin sorduğunu merak etmişlerdi. Adam dedi ki: “Sizden istediğim şey, her birinizin ayrı bir mevsimde o ağacın yanına gidip ona bakmanız.”
İlk oğul kışın, ikincisi ilkbaharda, üçüncüsü yazın, en küçük oğlu ise sonbaharda ağacı görmeye gitti. Hepsi gidip geri döndüğünde, gördüklerini anlatmaları için onları bir araya topladı.
İlk oğul ağacın çirkin, yaşlı ve umutsuz olduğunu söyledi. Ağacın yanına kuşlar bile yaklaşmıyor. İşe yaramaz görünüyor ve belki de onu kesip ahşabı çürümeden kullanmak daha akıllıca olur.
İkinci oğul ağacın çirkin olmadığını, güzel kiraz çiçekleriyle dolu olduğunu, genç ve umut verici göründüğünü söyledi. Ağaç, çiçeklerin tadını çıkaran kelebekler ve arılarla çevriliydi.
Üçüncü oğul hiç çiçek olmadığını, ağacın lezzetli kirazlarla dolu olduğunu, olgun ve değerli göründüğünü söyledi. Birçok kuş ağaçta yaşıyor ve meyvelerin tadını çıkarıyordu.
Dördüncü oğul kardeşlerinin anlattığı gibi ağacın artık ne meyvesi ne de çiçeği kaldığını anlattı. Ama altın, kırmızı ve turuncunun hoş tonlarındaki renkli yapraklarıyla çok güzel görünüyordu.
Yaşlı adam oğullarına her şeyin yolunda olduğunu, çünkü her birinin ağacın hayatında yalnızca bir mevsimi görmüş olduğunu söyledi ve ekledi:
“Evlatlarım aslında hepiniz aynı ağacı anlattınız. Fakat onu farklı zamanlarda gördünüz. İşte insanlar da, hayat da böyledir; bazen kışı, bazen yazı vardır. En iyi gören insan farklı açılardan bakan ve daha geniş düşünen insandır.”
Son Söz: Bahar geçer ve kişi masumiyetini hatırlar. Yaz geçer ve insan coşkusunu hatırlar. Sonbahar geçer ve insan saygısını hatırlar. Kış geçer ve kişi azmini hatırlar. Yoko Ono
14. Hayat Bir Kendin Yap Projesidir
Birkaç yıl önce yaşlı bir marangozun işi bırakmak istediğini duymuştum. Patronuna ayrılma planlarını anlattı, eşi ve çocukları ile birlikte daha özgür bir yaşam sürmek istediğinden söz etti.
Patronu bu kadar mükemmel bir çalışanının gitmesine üzüldü ve ondan kişisel bir iyilik olarak son bir ev inşa etmesini istedi.
Marangoz kabul etti ve çalışmaya başladı, ne var ki çok da isteyerek yapmıyordu evi.
Baştan savma bir işçilik yapıyor ve kalitesiz malzemeler kullanıyordu.
Bir an önce bitirmek için elinden gelen her tür kolaycılığa ve ucuzluğa başvurdu.
Kendini adamış olduğu mesleğine böyle son vermek ne talihsizlikti!..
Sonunda ev bitince patronu evin anahtarlarını ona verdi ve “Burası senin evin. Bu benim sana hediyem." dedi.
Marangoz, inşaatta özensiz çalıştığını bildiği için şaşkına dönmüştü ve utanmıştı.
Pişmanlıkla doluydu. Kendi evini inşa edeceğini bilseydi her şeyi çok daha farklı yapabilirdi.
15. Mutluluk Nerede
Bir defasında 50 kişilik bir grup bir seminere katılıyordu. Konuşmacı aniden durdu ve bir grup etkinliği yapmaya karar verdi.
Her katılımcıya bir balon vermeye başladı. Her birinden bir keçeli kalem kullanarak adlarını yazmaları istendi. Daha sonra tüm balonlar toplanıp başka bir odaya konuldu.
Daha sonra katılımcılar o odaya alındı ve 5 dakika içinde kendi adlarının yazılı olduğu balonu bulmaları istendi. Herkes çılgınca kendi adını arıyordu, birbiriyle çarpışıyordu, birbirini itiyordu ve tam bir kaos ortamı vardı.
5 dakika sonunda kimse kendi balonunu bulamadı. Şimdi her birinden rastgele bir balonu alması ve onu üzerinde adı yazılı olan kişiye vermesi istendi. Dakikalar içerisinde herkes kendi balonunu bulmuştu bile.
Konuşmacı devam etti:
“ Hayatımızda olan da tam olarak bu. Herkes çılgınca mutluluğu arıyor, nerede olduğunu bilmiyor. Bizim mutluluğumuz diğer insanların mutluluğunda yatıyor aslında.
Onların mutluluğu bulmalarına yardımcı olduğunuzda, siz de kendi mutluluğunuzu yakalayacaksınız.
Birinin yüzüne bir gülümseme koymayı öğrenin, zamanı geldiğinde siz de gülümseyeceksiniz."
16. En Soğuk Kış
En soğuk kışlardan biriydi ve birçok hayvan soğuktan dolayı ölüyordu. Durumu fark eden kirpiler, birbirlerini ısıtmak için bir araya gelmeye karar verdiler. Bu, kendilerini soğuktan korumanın ve birbirlerinin sıcak tutmanın harika bir yoluydu, ancak her birinin dikenleri en yakın arkadaşlarını yaralıyordu.
Bir süre sonra birbirlerinden uzaklaşmaya karar verdiler ve tek başlarına ve donarak ölmeye başladılar. Bu yüzden bir seçim yapmak zorundaydılar: Ya arkadaşlarının dikenlerine katlanacaklardı ya da ölümü kabulleneceklerdi.
Akıllıca bir şekilde yeniden birlikte olmaya karar verdiler. Hayatta kalabilmek için arkadaşlarıyla olan yakın ilişkilerinin yol açtığı yaralarla yaşamayı öğrendiler. Bu sayede hayatta kalmayı başardılar.
Kıssadan Hisse: Mükemmel bir ilişki, hiçbir zaman herhangi bir anlaşmazlığın olmadığı, hiçbir ilişki sorunu yaşamadığı veya herhangi bir çatlak sesin çıkmadığı anlamına gelmez; mükemmel bir ilişkide tüm farklılıklar, anlaşmazlıklar ve çatışmalar hoşgörü araçlarıyla çok iyi bir şekilde harmanlanır.
Son Söz: Bizi bir araya getiren sevgi bizi birbirimize bağlasın ve bizi fırtınalara, sıcağa, değişen hava ve mevsimlere dayanabilecek kadar sağlıklı ve güçlü tutsun; Tanrı bize bu yaşam yolculuğunu birlikte paylaşma lütfunu bahşetsin.
17. İyilik Asla Unutulmaz
-Allah senden razı olsun evladım dedi. Bu ameliyatı yapmak için yurtdışından buraya kadar gelmeni, yaşadığım sürece unutmayacağım.
Ameliyat edilen hasta, büyük bir hastanenin başhekimiydi. Tedavisi sadece yurtdışında mümkün görülen hastalığı aniden artınca, çoğu öğrencisi olan diğer doktorlar onun böyle bir yolculuğa dayanamayacağını anlamışlar ve az bir kurtarma ümidine rağmen bu işi üstlenmeye karar vermişlerdi. Fakat o hastalığın sayılı uzmanlarından olan bu genç doktor, nereden haber almışsa almış ve bir hızır gibi yetişip onu kurtarmıştı.
Yaşlı doktor, yattığı yerden genç adamın elini tutuyor ve onu bırakmamak için durmadan konuşuyordu O elleri okşar gibi sıvazlarken:
-Ben, doğum uzmanıyım, diye devam etti. Bir zamanlar anne karnındaki bir bebeğin sakat olduğunu anlamış, onu bu şekilde yaşamaktansa öldürmeyi düşünürken, kıyamayıp doğmasına müsade etmiştim. Sapasağlam yavruları bile ana rahminde öldürenlere inat, onun yaşamasını istediğim için, hayatta bildiğim o tek iyiliğime karşılık Allah seni bana göndermiş olmalı.
Genç doktor, ellerini gevşetip biraz geriye çekildi ve dizlerinden aşağısı takma olan bacaklarını gösterirken:
-Ben de öyle düşünüyorum efendim, diye gülümsedi. Kurtardığınız o çocuk, bendim.
Kıssadan Hisse: Asırlar boyu hiç değişmeyen bir çekim yasası vardır; yaşama ne verirseniz onu alırsınız. Yaptığımız iyilikler hiçbir şekilde karşılıksız kalmaz ve tam ihtiyaç duyduğumuz anda gelip bizi bulur. İnsanlar iyiliği asla unutmazlar...
18. Babamla Akşam Yemeği
Bir oğul, yaşlı babasını akşam yemeği için bir restorana götürdü. Yaşlı ve zayıf olan baba, yemek yerken gömleğine ve pantolonuna yemek döktü. Oğlu çok sakin görünüyordu, ama diğer müşteriler onu tiksintiyle izlediler.
Yemeğini bitirdikten sonra etraftaki bakışlara hiç aldırmadan oğlu onu sessizce tuvalete götürdü, yemek lekelerini sildi, saçını taradı ve gözlüklerini sıkıca taktı.
Dışarı çıktıklarında, tüm restoran onları ölüm sessizliği içinde izliyordu; herkesin önünde yerin dibine geçmek bu olsa gerek diye düşünüyorlardı.
Oğul hesabı ödedi ve babasıyla birlikte çıkış kapısına doğru yöneldi.
O sırada yemek salonunda bulunan yaşlı bir adam oğluna seslendi: "Geride bir şey bırakmadın mı?"
Oğul, "Hayır efendim, sanmıyorum" diye cevap verdi.
Yaşlı adam karşılık verdi: "Evet bıraktın, hem de çok önemli bir şey: Her oğula bir ders, her babaya bir umut bıraktın.”
Restoran sessizliğe büründü.
19. Meksikalı Balıkçının Hikayesi
Bir Meksika sahil kasabasına yolu düşen Amerikalı işadamı, kıyıya yanaşan kayıktaki balıkçıyla konuşur.
Kayığın içinde, henüz tutulmuş birkaç ton balığı bulunmaktadır.
Amerikalı iş adamı balıkların iriliğinden dolayı balıkçıyı över ve bu birkaç balığı ne kadar zamanda yakaladığını sorar.
Balıkçı, “Fazla sürmedi, senyör” der.
Amerikalı hayretle sorar: Öyleyse neden daha fazla denizde kalıp da daha çok balık tutmadın?
-Bu kadarı bugünlük aileme yeter.
Peki der Amerikalı iş adamı.
-Geri kalan zamanın nasıl dolduruyorsun?
-Sabahları geç kalkıyorum. Sonra birkaç balık tutuyorum. Sonra çocuklarla oynuyorum. Öğleden sonra eşimle biraz şekerleme yapıyorum. Akşamları da kasabaya iniyorum; Amigolarla birşeyler içip gitar çalıyoruz. Böylece hayatı dolu dolu yaşıyoruz, senyör.
Amerikalı iş adamı bu hayatı son derece sevimsiz bulur.
-Ben Harvard mezunuyum, sana yardımım dokunabilir der.
-Herşeyden önce, daha fazla balık tutmalısın.
Balıkçı hayretle sorar: Niçin senyör?
-Artan balıkları satar, daha çok kazanırsın.
-Sonra senyör?
-Zamanla kendine daha büyük bir tekne alırsın.
-Sonra senyör?
-Daha büyük tekneyle daha çok balık tutar, daha çok kazanırsın.
-Sonra senyör?
-Daha başka tekneler alır, bir filo kurarsın.
-Sonra senyör?
-Sonra balıkları işlemek için kendin konserve tesisleri kurarsın. Böylece kârın önemli bir kısmını başkalarına kaptırmamış olursun.
-Sonra senyör?
-Tabii, bütün bu işleri böyle küçük bir sahil kasabasında yürütemezsin, bu arada Los Angeles veya New York gibi büyük bir dünya kentine taşınmış olursun.
-Sonra senyör?
-Yeteri kadar büyüyünce halka açılır, hisse senetlerini satarsın. Büyük zengin olursun. Milyonlarca doların olur.
-Sonra senyör?
-Bu kadar paran olduktan sonra çalışmana gerek kalmaz. Emekliye ayrılır, bir sahil kasabasında kafanı dinlersin. Sabah geç saatlere kadar uyursun. Biraz balık tutar, çocuklarla oynar, öğlenleri de şekerleme yaparsın. Akşamları ise amigolarınla bir şeyler içip gitar çalarsın.
-Şu an bunları yapıyorum zaten senyör!.
20. Gerçek Zenginlik
Günlerden bir gün bir baba, eşini ve oğlunu uzak bir köye götürdü. Bu yolculuğun tek bir amacı vardı; insanların ne kadar fakir olduklarını oğluna göstermek.
Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gece ve gün geçirdiler. Yolculuktan döndüklerinde baba oğluna sordu:
“Oğlum insanların ne kadar fakir olabileceklerini gördün değil mi?”
“Evet baba!”
“Peki bu yolculuktan ne öğrendin?”
“Şunu gördüm baba: Bizim evde bir köpeğimiz var, onlarınsa dört. Bizim bahçenin ortasına kadar uzanan bir havuzumuz var, onlarınsa sonu olmayan bir dereleri. Bizim bahçemizde lambalar var, onlarınsa yıldızları. Bizim görüş alanımız ön avluya kadar, onlarsa bütün bir ufku görüyorlar. Bizim yaşayacağımız küçük bir toprak parçası var, onların ise uçsuz bucaksız tarlaları var. Bize hizmet eden hizmetkarlarımız var ama onlar başkalarına hizmet ediyor. Biz yiyeceğimizi alıyoruz ama onlar kendi yiyeceklerini yetiştiriyorlar. Bizim evin etrafında bizi koruyacak duvarlar var, onların da onları koruyacak arkadaşları var.”
Oğlu sözünü bitirdiğinde babası söyleyecek bir şey bulamadı.
Çocuk ekledi: “Teşekkür ederim baba, ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için!”
Bu hikayeleri okuyarak ve üzerinde düşünerek, kendi içsel gücümüzden yararlanabilir ve hayallerimizin peşinden gitme, engelleri aşma ve kendimizin en iyi versiyonu olma cesaretini bulabiliriz.
Öyleyse bu hikayeleri paylaşmaya devam edelim ve yolculuğumuzda bize rehberlik etmelerine izin verelim.
إرسال تعليق