İlham Veren ve Empatiyi Güçlendiren 21 Motivasyon Hikayesi

Motivasyon Hikayeleri

İlham verici hikayeler bir taraftan motivasyon sağlarken, diğer taraftan hayallerinin peşinden gitme ve engelleri aşma konusunda cesaret verir. İnsanlara mücadelelerinde yalnız olmadıklarını ve başkalarının da benzer zorluklarla mücadele ettiğini hatırlattır.

Bu makalede, sıklıkla ders vermek ve motivasyonu artırmak için kullanılan ilham verici 21 kısa öykü bulacaksınız: Çatlak Kova, Eğer O Kazada Ölseydim, Alın Teri, Çiftçi ve Tanrı, Kasadaki Çek, Keşke Sarı Öküzü Vermeseydik, Çakıl Taşları, Patates Tarlası, Mutluluğu Kovalayan Kedi, Satılık Köpek Yavruları, Yanmış Poğaça, Köprünün Ortasındaki Adam, Yalancı Çoban, Kör Kızın Hikayesi, Adam Olmak, Nasıl Mutlu Olabiliriz, Bu 20 Dolarlık Banknot, Yolculuk Tek Bir Adımla Başlar, Tuz ve Su, Kral Ve Şahin, Bu Ne Oğlum

1. Çatlak Kova


Hindistan’da bir sucu, boynuna astığı uzun bir sopanın uçlarına taktığı iki büyük kovayla su taşırmış. Sağlam olan kova her seferinde ırmaktan efendisinin evine ulaşan uzun yolu dolu olarak tamamlarken, çatlak kova içine konan suyun sadece yarısını eve ulaştırabilirmiş. Bu durum iki yıl boyunca her gün böyle devam etmiş. Sucu her seferinde efendisinin evine 1,5 kova su götürebilmiş.

Sağlam kova başarısından gurur duyarken, zavallı çatlak kova görevinin sadece yarısını yerine getiriyor olmaktan dolayı utanç duyuyormuş. İki yılın sonunda bir gün çatlak kova ırmağın kıyısında sucuya seslenmiş:

“İki yıldır çatlağımdan su sızdırdığımdan dolayı görevimin yarısını yerine getirebildiğim için kendimden utanıyor ve senden özür diliyorum.” demiş.

Sucu şöyle demiş:

“Patronun evine dönerken yolun kenarındaki çiçekleri fark etmeni istiyorum.”

Gerçekten de tepeyi tırmanırken patikanın bir kenarındaki yabani çiçekleri ısıtan güneşi görmüş. Fakat yolun sonunda yine suyunun yarısını kaybettiği için kendini kötü hissetmiş ve yine sucudan özür dilemiş. Sucu kovaya sormuş:

“Yolun sadece senin tarafında çiçekler olduğunu ve diğer kovanın tarafında hiç çiçek olmadığını fark ettin mi? Bunun sebebi benim senin kusurunu bilmem ve ondan yararlanmamdır. Yolun senin tarafına çiçek tohumları ektim ve her gün biz ırmaktan dönerken sen onları suladın. İki yıldır ben bu güzel çiçekleri toplayıp onlarla patronun sofrasını süsledim. Sen böyle olmasaydın, o evinde bu güzellikleri yaşamayacaktı.”


Kıssadan Hisse: Kusurlarınızdan korkmayın. Onları sahiplenin. Kusurlarınızla birlikte gerçek gücünüzün oluştuğunu bilirseniz eğer, siz de güzelliklerin yaşamasına sebep olabilirsiniz. Kendinizdeki bir zayıflığı ortaya çıkarmaktan asla korkmayın. Bir zayıflığı ortaya çıkarmak, gücün başlangıcıdır.

Son Söz: Artık zayıflığın ve gücün, sorumluluğun ve yetenekliliğin, karanlığın ve ışığın insanı olduğumu biliyorum. Artık bütün olmanın hiçbirini reddetmemek, hepsini kucaklamak anlamına geldiğini biliyorum. Parker J.Palmer

2. Eğer O Kazada Ölseydim


Adam, telaşlı ve öfkeli bir halde hanımına bağırıp çağırıyordu. Babalarının sesini duyan çocuklar da yataklarından kalkıp salona gelmişti. Babalarının öfkesini görünce, korkmuş, sinmiş halde birer koltukta sessizce oturup kalmışlardı. Adam, çocuklara, eşinin üzüntüsüne aldırmadan söylenip duruyordu:

-Söyledim değil mi, söyledim. Bu gün toplantı olduğunu, açık mavi gömleği ütülemeni söyledim. Kahverengi gömlekle gidiversen ne olurmuş. Bugün sunum yapacağım, karamsar bir görüntü mü vereyim, dinleyenlerin içi kararsın ve bu da projeye verecekleri oyu etkilesin! Bunu mu istiyorsun?

-Tamam bey, bitti işte.

Adam açık mavi gömleği hışımla aldı:

-Bitti tabi, bitti ama ben geç kaldıktan sonra neye yarar.

Eşi çocukların korkmuş yüzlerine baktıktan sonra, yine de adamı sakinleştirmeye çabaladı:

-Dün bundan da geç çıkmıştın, vakit var, yetişirsin.

-Anlamıyor ki, anlamıyor ki. Bu gün sunumu ben yapacağım. Herkesten önce gitmeliyim ki, gelecek önemli konuklara ‘Hoş geldin’ diyebileyim.

Adam bir sürü söz daha söylenerek, bağırarak çıktı, arabasını çalıştırıp uzaklaştı. Hanımı, direksiyon başında da öfke saçan eşinin halinden endişelendi: “Bir kaza yapmasa bari”

Eşi uzaklaşınca, çocuklarının yanına gidip sarıldı, rahatlatmaya çalıştı:

-Madem erkenden kalktınız, hemen size sultanlara layık bir kahvaltı hazırlayıp getireceğim.

Mutfağa geçti, zihnindeki huzursuzluğu dağıtmak için hemen neşeli müzikler çalan bir radyoyu açtı. Ocağa haşlamak için yumurta koydu, cezvede süt ısıtmaya başladı. Masaya zeytin, peynir, reçel koymayı da ihmal etmedi. Biraz sonra çocuklarına seslendi

-Kahvaltınız hazııır!

Çocuklar kahvaltıya otururken, radyoda müziğin birden kesilmesi dikkatini çekti. Son dakika haberi anonsuyla, radyonun sesini biraz daha açtı. Radyoda zincirleme bir kaza haberi vardı. Ayrıntılarla biraz sonra birlikte olacağız demişti spiker ama kazanın yerini söylediği andan itibaren o sandalyesine yığılıp kalmıştı.

Spikerin bahsettiği kaza yeri, kocasının her gün işe giderken geçtiği dörtlü kavşaktı. Eşinin bu kavşaktaki trafikten şikayetçi olduğunu, her sabah yoğun bir trafik olduğunu söyleyişi aklına geldi. “Geç kaldım diye acele edip acaba o da” Aklına gelen düşünce içini daha da yaktı, hemen ayağa kalktı.

-Çocuklar, unutmayın ocağa yaklaşmak yasak. Kahvaltınızı yapıp salona geçin, oynayın. Benim acil bir yere uğramam gerek, kapıyı da kimseye açmayın tamam mı?

Sokağa çıkmak için üzerine bir şeyler aldı, cebine de bir taksi parası aldı. Kapıya yöneldiğinde kocasının bu kazada ölmüş olabileceği endişesiyle kabaran yüreğine daha fazla dayanamayıp, ağlamaya başlamıştı. Gözyaşlarını çocukları görmesin diye, açık olan mutfak kapısına sırtını dönmeye özen gösteriyordu.

İçindeki acının kocasının ölmüş olma ihtimali kadar, giderken kendisini kırması ve çocuklarının önünde bağırıp çağırmasından da kaynaklandığını anladı. Oysa her zaman böyle öfkeli değildi:

-Eğer ölürse, çocuklarım babalarını, son gördükleri haliyle mi hatırlayacak? Kalp kıran, öfkeli bir baba olarak mı kalacak akıllarında?

Kapıdan çıkarken, çocuklarına bir kez daha seslenecekti ama artık akan gözyaşları saklanamayacak haldeydi. Hemen kapıyı açıp dışarı çıkmak için hamle yaptı ama karşısında kapıya doğru adım atmakta olan kocası vardı. Adam, bir an karısının ıslak yanaklarına baktı; “Haberleri mi dinledin?” diye sordu. Kadın, konuşamadan sadece başıyla onayladı. Adam, önce sarıldı, sonra eşinin yanaklarını sildi. Kadın zorlukla sordu:

-Hani önemli bir toplantına geç kalmıştın, niye döndün?

-Kaza benim hemen yakınımda oldu. O anda toplantıdan daha önemli bir şeyi unuttuğumu hatırladım. Eğer o kazada ölseydim.

O anda çocuklar da yanlarına gelmiş, babalarının yine öfkeli olabileceğini düşünerek, annelerinin yanında durmuştu. Adam, bütün içten, samimi gülümsemesiyle çocuklarını yanına çağırdı, boyunlarına sarıldı, yanaklarından öptü.

-Ben bu gün büyük bir hata yaptım ve evden çıkarken, sizleri ne kadar sevdiğimi söylemeyi unuttum. Böyle önemli bir şey unutulur mu hiç. Ne yapalım, ben de geri döndüm.

Kıssadan Hisse: Hayattaki önemli şeyler sizinle ve sorumlu olduğunuz kişilerle ilgilidir. Hayattaki önemli şeylere bakmanın bir yolu, ne olmadan yaşayamayacağınızı bulmaktır. Mutlu bir yaşam, halihazırda sahip olduklarınızın değerini bilmeyi ve teşekkür etmeyi öğrenmekle gelir.

Son Söz: Hayatınızdaki bazı şeyleri, özellikle de önemli şeyleri kaçırıp kaçırmadığınızı düşündünüz mü hiç? Sonuçta kimse yaşlandıkça pişmanlık duymak istemez. Unutmayın; ne kadar yaşadığınız değil, nasıl yaşadığınız önemlidir.

3. Alın Teri


Bir baba, yetişkinliğe doğru ilk adımını atan oğlunu yanına çağırır ve “Evladım artık sen de bir yetişkin oldun. Hazırcılık buraya kadardı. Artık sen de, rızk nasıl kazanır, nasıl harcanır öğrenmelisin. Bu günden tezi yok, sen de artık çalışacak, evimizin rızkını temin etmek için destek olacaksın.” der…

Delikanlı, babasının bu teklifinden çok da hoşlanmaz. Annesinin yanına gider. Annesinden her gün için bir altın vermesini rica eder. Annesi, oğluna bu isteğinin nedenini sorsa da, delikanlı, bunun nedenini söylemez. Anne oğlunun bu ısrarlı isteğini yerine getirir. Ve artık her gün akşam olduğunda, delikanlı annesinin yanın gelir ve annesinden bir altın alır.

Bir hafta sonra babası delikanlıyı çağırır ve “Bir hafta geçti, iş bulup çalıştın mı?” diye hesap sorar. Çocuk hiç tereddüt etmeden, “Evet baba, hem de öyle bir iş buldum ki, haftada yedi altın veriyorlar” der…

Baba memnun olur bu cevaba. Oğlundan bir haftada kazandığı altınları vermesini ister. Delikanlı, yedi altını babasına uzatır. Baba, altınları alır ve bir kuyunun yanına gider. Çocuk babasını meraklı gözlerle seyrederken, baba altınlardan birini alır ve kuyunun içine bırakır…. sonra diğer altını… ve sonra diğerini… Çocuğun şaşkın bakışları altında baba yedi altını tek tek kuyuya atar… Delikanlı bunun nedenini sorsa da, babası “Bir gün gelir öğrenirsin” diyerek, nedenini söylemez…

Ertesi hafta delikanlı yine yedi altın getirmiştir. Baba bu yedi altını da alır ve tek tek kuyuya atar. Delikanlı, yine şaşkındır ama vardır elbet bir sebebi diyerek ses çıkarmaz.

Sonraki hafta yine aynı… bir sonraki hafta yine aynı…

Daha sonraki hafta, çocuk annesinin yanına gider ve alışık olduğu gibi yine yedi altın ister… Annenin artık kıyıda köşede biriktirdiği altınlar bitmiştir ve oğlunun isteğini karşılayamaz. Çocuk telaşa kapılır. Haftalardır babasına söylediği yalan ortaya çıkmasın diye, çaresizce ve hemencecik iş aramaya koyulur. Bulduğu işler hiç de öyle yüksek ücretli değildir. En iyi işveren, haftada sadece bir altın verebileceğini söyler. Delikanlı, çaresiz kabul eder.

Hafta tamamlandığında delikanlı kazandığı bir altını eve götürür. Babasına, “Babacığım artık haftada yedi altın değil, sadece bir altın kazanıyorum” der.

Baba, “Olsun oğlum, Allah’a şükür” der ve yine kuyunun başına gitmek için ayağa kalktığı sırada, çocuk irkilir ve “Baba, yoksa yine mi kuyunun başına gideceğiz!” diyerek şok geçirir…

Baba, gayet sakince, ”Evet oğlum, neden heyecanlandın birdenbire?” diye sorar. Delikanlının şaşkın ve perişan bir halde, “Ama baba, sen, bir altın nasıl zor kazanılıyor biliyor musun? Ben bir hafta boyunca sabah akşam işe gittim, güç bela bir altın kazanabildim, senin bunu bir çırpıda dipsiz bir kuyuya atman doğru mu?” dediğinde, babası acı acı tebessüm eder…

“Evet oğlum doğru değil… Şimdi anlıyorum ki, babana karşı gelmek pahasına, sahip çıktığın bu tek altının gerçek sahibi sensin. Acısını ve ızdırabını çekmeden, emek vermeden sahip olduğun diğer altınlar ise sana ait değildi, bu belliydi… Eğer onlar da sana ait olsaydı, şu tek bir altını koruduğun gibi, her hafta kuyuya atılan yedi altını da korur ve sahip çıkardın…

Unutma ki insan, acısını ve ızdırabını çekerek kazandığı şeylere sahip çıkar” der.

Kıssadan Hisse: Kimse bakmıyorken bile doğru olanı yapın. Dürüst olun. Dünyayı bulduğunuzdan biraz daha iyi ve daha sağlıklı bırakarak, gerçek bir fark yaratan insanlardan biri olun. Kolay kazanılan, kolay kaybedilir. Her işte alın teri ve emek şarttır. Hayatı alın teri ile kazanmak: Hak ederek, emek vererek, çalışarak kazanmak.

Son Söz: Hayat, ne aşk davasıdır, ne de ekmek kavgasıdır. Hayat, insan kalabilme mücadelesidir. Şerefinle, namusunla, onurunla. Che Guevara

4. Çiftçi ve Tanrı


Çok becerikli bir çiftçi, halkın ihtiyacı kadar ürün alamayınca üzüntüsünden Tanrı’ya sitem etmiş:
“Sen Tanrısın; Dünya’yı ve biz kullarını da sen yarattın. Bir yıl süre ile beni aksiliklerden koru. Sonunda evrende hiç yoksulluk kalmadığını göreceksin.”

Tanrı, çiftçiye bir yıl süre tanımış. Çiftçinin koşulları çok ağırmış. Fırtına olmayacak, yağmur yağmayacak, tohumları yiyen böcekler olmayacak, şiddetli rüzgar esmeyecek… Uyumlu, düzenli, sorundan yoksun bir yıl olacak…

Yıl sonunda, başaklar öylesine uzamış ki, çiftçi çok sevinmiş. Güneş istemiş, Tanrı güneşi de emrine pervane etmiş. Yağmur istemiş, anında yağmur yağmış. Kesilmesini istediğinde ise gökyüzü kurumuş. Ürün bolluğu açısından mucizevi bir yıl yaşanmış.

Çiftçi Tanrı’ya kasılarak şunları söylemiş:

-Önce bol ürün yetiştirdik ki, insanoğlu on yıl süre ile hiç çalışmasa bile, bundan böyle dünya üzerinde hiç açlık olmayacak.

Ama hasat zamanı geldiğinde, ürünlerin kof olduğu anlaşılmış… İçerisinde tek bir arpa, tek bir buğday tanesi yokmuş…

Çiftçi şaşkınlıkla Tanrı’ya sormuş:

“Ne oldu? Aksilik nerede? Nerede yanıldım?”

“Çok Basit…” diye yanıtlamış Tanrı:

“Mücadeleyi engelledin. Tüm kötülüklerden, güçlüklerden arındırdın mahsülü. Bu nedenle kısır kaldı. Doğada her etkenin bir rolü vardır. Güçlük çekmeden meyve alınmaz. Fırtına, gök gürültüsü, sağanak, şimşek de gereklidir. Ürünün ruhunu, özünü dingin tutarlar.”

Kıssadan Hisse: Hayat, engellerle ve zorluklarla dolu, öngörülemez bir yolculuktur ve yol boyunca dayanıklılığımızı, kararlılığımızı ve gücümüzü sınayan birçok zorlukla karşılaşırız. Hayatta karşılaştığınız her zorluk sizi daha güçlü, daha bilge ve daha şefkatli yapma potansiyeline sahiptir.

Son Söz: Kendinize inanın, yeteneklerinize güvenin ve zorlukların sizi yıldırmak için değil, kendinizin daha güçlü, daha akıllı ve daha dayanıklı bir versiyonunu oluşturmak için olduğunu asla unutmayın.

5. Kasadaki Çek


Adamın biri tek başına parkta oturuyor, başı ellerinin ara­sında kara kara düşünüyordu. İşleri bozulmuş, iflasın eşiğinde bir işadamıydı kendisi. Ne yaparsa yapsın bir türlü durumu düzeltemiyordu. Bir taraftan kredi verenler onu sıkıştırırken, diğer taraftan da bir sürü insan ödeme bekliyordu. Çok bunalmıştı ve hiçbir çıkış yolu bulamı­yordu.

Tam bu sırada, yanında yaşlı bir adam belirdi ve “Seni bir şeyin rahatsız ettiğini görebiliyorum” dedi. İş adamı, içinde bulunduğu durumu anlattıktan sonra, yaşlı adam “Sanırım sana yardım edebilirim” dedi. İş adamının adını sordu ve hemen ardından ona bir çek yazdı.

Yazmış olduğu çeki iş adamının eline tutuştururken, “Bundan tam 1 sene sonra bugün, yine bu bankta benimle buluşup bu parayı bana geri ödersin” dedi ve hızla oradan ayrıldı.

İş adamı, elindeki çeke baktı ve tam olarak 500,000$ olduğunu ve çekin dünyanın en zengin iş adamlarından biri olan John D. Rockefeller tarafından yazıldığını gördüğünde gözlerine inanamadı. “Bu para hemen tüm sorunlarımı çözebilir” diye düşündü.

Ama çeki hemen bozdurmak yerine, bir süre kasasında saklamaya karar verdi. Çünkü o çekin orada olduğunu bilmek, kendisine bir rahatlık ve güvence verecekti. İşler çok daha kötüleştiğinde bu çeki hemen bozdurabilirdi.

İşte bu iyimserlikle işlerine çok daha farklı bir bakış açısıyla yaklaşan iş adamı, o günden itibaren işlerini düzeltti, daha büyük satışlar yaptı, borçlarının da tamamını ödedi. Bir zamanlar iflasın eşiğinde olan şirketine başarı üstüne başarı kazandırdı.

İşin garibi, o çek hala kasasında bozdurulmamış olarak duruyordu.

İş adamı, tam bir sene sonra, aynı park, aynı bank, aynı gün ve saatte yaşlı adamla buluşmaya gitti elinde 500,000$ olan çekle. Yaşlı adam da sözleştikleri gibi aynı anda geldi.

İş adamı, elindeki çeki yaşlı adama tam uzatıyordu ki, telaş içindeki hemşire koşar adımlarla yanlarına geldi. “Sonunda seni buldum” diyerek yaşlı adamın koluna girdi.

“Umarım sizi rahatsız etmemiştir” dedi iş adamına.

“Yıllardır huzurevinden kaçıp, kendisini insanlara John D. Rockefeller olarak tanıtıyor. Aslında o sıradan biri ve elinizdeki çek de üzgünüm ama karşılıksız.” diyerek açıklama yapan hemşire, yaşlı adamı kolundan tutarak oradan uzaklaştırdı.

İşadamı şaşkın bir şekilde öylece donup kaldı. Bütün bir yıl boyunca kasasında yüz bin dolar olduğuna inana­rak büyük işler yapmıştı. Birden, hayatının akı­şını değiştiren şeyin para olmadığını fark etti. Bundan daha büyük bir keyif yoktu. Bu çok farklı bir duyguydu. Kendine inanmak, inandığın yolda ilerlemek ve sonunda karşılığını almak.

Kıssadan Hisse: Başarının sırrı, kasamızda duran değil, kalbimizde ve kafamızda olanlardır. Kişinin kendine ve yeteneklerine inanması, yaşamda başarıya ulaşmanın temelidir. Sen kendine inanmazsan, başka kimse sana inanmaz. Kendimize inanmak, daha çok nerede sıkışıp kaldığımızı görme ve nasıl kurtulacağımızı şefkatle keşfetme meselesidir.

Son Söz: İnanmak var olmaktır, bilirsin. İnandığımız şeyler için yaşayalım. Nice sabahlar, nice aydınlıklar…Gelecek nice iyi günler için yaşayalım. Ümit Yaşar Oğuzcan

6. Keşke Sarı Öküzü Vermeseydik

Ormanın birinde aslanlar toplanmış. “Yahu” demişler,

Hesapta kralız; ama açlıktan öleceğiz birader…

Maymuna saldırsak, ağaca kaçıyor; fillere saldırsak, fazla büyük…

Ceylanlar hızlı, yetişemiyoruz; kuşa dalsak, uçuyor.

Eee balık yakalayacak halimiz de yok…

N’aapsak?

Bir tanesi; “En iyisi, öküzlere saldıralım” demiş,

İri yarı görünüyorlar; ama ne pençeleri var, ne dişleri…

Tam dişimize göre!

Olur mu? Olur.

Hücum!

Ama evdeki hesap çarşıya uymamış;

Öküz, öyle yabana atılacak hayvan değilmiş meğer…

Organize oluyorlar, topluca savunma yapıyorlar, püskürtüyorlarmış.

Aslanlar açlıktan mideleri orkestra çalıyor.

N’aapsak, n’aapsak?

“Tilkiye danışalım” demişler.

Bir tilki çağırmışlar, durumu anlatmışlar.

Tilki hiç düşünmeden; “Kolay” demiş,

Beni, öküzlerin yaşadığı zengin otlakların prensi yapın, işinizi halledeyim…

Aslanlar kabul etmişler.

Tilki, elinde beyaz bayrakla öküzlere gitmiş,

“Saygıdeğer öküzler” demiş, “Aslında aslanlar uysaldır, sizi de çok seviyorlar… Ama; şu aranızdaki sarı öküz var ya, sarı öküz, işte sorun o… Görünce tahrik oluyorlar, canları çekiyor, verin şu sarı öküzü, kurtulun kardeşim, huzur içinde yaşayın! ”

Öküz heyeti düşünmüş taşınmış, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” mantığıyla, verivermişler sarı öküzü…

Aslanlar da afiyetle yemiş.

Bir gün, iki gün…

Tilki gene gelmiş.

Bakın gördüğünüz gibi, saldırılar kesildi, mutlu mutlu yaşıyorsunuz” demiş ve eklemiş:

- Ama şu var ya benekli öküz, benekli öküz… O burada olduğu sürece size rahat yüzü yok arkadaş, canları çekiyor, verin, kurtulun!”

Öküz heyeti düşünmüş,

Otlağın selameti için teslim etmiş benekli öküzü…

Üç gün, dört gün…

Tilki gene gelmiş.

Kuyruğu uzun olanı… Burnu beyaz olanı… Tombul olanı…

Tek tek alıp, gitmiş.

Otlak seyrelmiş.

Semirmiş aslanlar.

Günlerden bir gün… Artık tilki gelmemiş!

Gerek kalmamış çünkü.

Doğrudan aslan gelmiş.

Hanginizi istiyorsam, canım hanginizi çekiyorsa, onu vereceksiniz, adamı hasta etmeyin demiş.

Otların arasında tir tir titreyen, tek tük kalmış öküzler,

Keşke sarı öküzü vermeseydik demiş ama iş işten geçmiş.

Kıssadan Hisse: Her küçük dayanışma eylemi paha biçilmezdir. Umudu yeniden canlandırır, zorluklarla yüzleşmek için rahatlık ve güç verir ve umutsuzluğu savuşturur. Birlikten kuvvet doğar. Birlik olduğumuzda ve hayattan keyif aldığımızda dağları yerinden oynatabiliriz. Birlik olmazsak kurban oluruz. 

Son Söz: Kötüler birleştiği zaman iyiler de bir araya gelmelidirler, yoksa teker teker giderler. Edmund Burke

7. Çakıl Taşları


Yüzlerce yıl önce bir kasabada, küçük bir işletme sahibinin bir tefeciye yüklü miktarda borcu vardı. Tefeci çok yaşlı ve itici görünümü olan bir adamdı. Kadere bakın ki, bu çirkin görünüşlü tefeci alacaklı olduğu işletme sahibinin kızından hoşlanıyordu.

Tefeci işletme sahibine, kızıyla evlenme karşılığında borcunu tamamen silecek bir anlaşma teklif etmeye karar verdi.

Söylemeye gerek yok, bu teklif işletme sahibinin tiksinti dolu bir bakışıyla karşılandı. Ancak çaresiz kalan işletme sahibi nefret etse de tefecinin bu teklifini kabul etti.

Bunun üzerine tefeci, bir torbaya biri beyaz biri siyah iki çakıl taşı koyacağını söyledi.

Kızın daha sonra torbaya uzanması ve iki taştan birini alması gerekecekti. Kızın çektiği taş siyah çıkarsa borç silinecek, ama tefeci de kızla evlenecekti. Taş beyaz çıkarsa, borç silinecek ama kız tefeciyle evlenmek zorunda kalmayacaktı.

İşletme sahibinin bahçesinde, tefeci yerden iki çakıl taşı aldı. Ancak hile yapıyordu. Siyah çıkmasını garantilemek için hızla iki çakıl taşını da siyah olarak aldı.

Onları alırken işletme sahibinin kızı tefecinin bu hilesini, yani iki siyah çakıl taşı aldığını, beyaz taş almadığını ve ikisini de torbaya koyduğunu fark etti.

Daha sonra tefeci kızdan çantaya uzanmasını ve bir tane seçmesini istedi.

Kızın ne yapabileceği konusunda doğal olarak üç seçeneği vardı:

  • Çantadan bir çakıl taşı almayı reddedecekti.
  • Her iki çakıl taşını da çantadan çıkarıp, tefeciyi hile yaptığı için ifşa edecekti.
  • Siyah olduğunu bile bile çantadan bir çakıl taşı alıp, babasının özgürlüğü için, kendini feda edecekti.

Kız torbadan bir çakıl taşı çıkardı ve bakmadan önce ‘yanlışlıkla’ diye diğer çakılların ortasına düşürdü. Tefeciye dedi ki;

“Ah, ne kadar beceriksizim. Neyse ki, kalanın rengine bakarak düşürdüğüm taşın hangi renkte olduğunu anlarız.”

Torbada kalan çakılın siyah olduğu belliydi; tefeci yalanı açığa çıkmaması için kızın düşürdüğü çakılın beyaz olduğunu kabul etmek zorunda kaldığı gibi, kızın babasının borcunu da silmek zorunda kaldı.

Kıssadan Hisse: Yaratıcılık sıradan olanın içinde sıra dışı olanı bulmaktır. Zor bir durumun üstesinden gelmek ve bir seçim yapmanız gerektiği anlarda düşündüğünüz tek seçeneğe teslim olmayın. Her azman alternatif bir çıkış yolu vardır.

Son Söz: Yaratıcılık, başkalarının gördüğünü görmek ve kimsenin düşünmediğini düşünmektir. Albert Einstein

8. Patates Tarlası


Nebraska’da yaşlı bir adam yaşardı. Patates ekimi için bahçeyi bellemesi gerekiyordu, lakin bu çok zor bir işti. Tek oğlu olan David ona yardım edebilirdi fakat o da hapisteydi.

Yaşlı adam oğluna bir mektup yazdı ve müşkülatını izah etti.

“Sevgili Oğlum, patates bahçemi belleyemeyeceğimden kendimi çok kötü hissediyorum. Bahçeyi kazmak için oldukça yaşlanmış sayılırım. Burada olsan, bütün derdim bitecekti. Biliyorum ki sen bahçeyi benim için hallederdin. Sevgiler Baban.”

Birkaç gün sonra oğlundan bir mektup aldı:

“Babacığım, Allah aşkına bahçeyi kazma, ben oraya cesetleri gömmüştüm. Sevgiler David.”

Ertesi gün sabaha karşı 04.00’te FBI ve yerel polis çıkageldi ve bütün araziyi kazdı. Lakin hiçbir cesede rastlamadılar. Yaşlı adamdan özür dileyerek gittiler. Aynı gün yaşlı adam oğlundan bir mektup daha aldı.

“Babacığım, şimdi patatesleri ekebilirsin. Bu şartlarda yapabileceğimin en iyisini yaptım. Sevgiler Oğlun David.”

Kıssadan Hisse: Kalıpların dışında düşünmek, mevcut durumu tam olarak anlamak ve ardından ona meydan okumaktır. Büyüklüğün başlangıcı farklı olmaktır, başarısızlığın başlangıcı ise aynı olmaktır. Her zaman alışılmışın dışında düşünün ve nerede olursa olsun ortaya çıkan fırsatları kucaklayın.

Son Söz: Dünyada senden başka kimsenin yürüyemeyeceği bir yol vardır. Nereye gidiyor? Sorma, yürü. Friedrich Nietzsche

9. Mutluluğu Kovalayan Kedi


Bir gün yaşlı bir sokak kedisi yürüyüşe çıktığında bir kedi yavrusunun daireler çizerek kuyruğunu kovaladığını fark etti. Biraz eğlenen yaşlı kedi uzun bir süre kovalamacayı izledi. Sonunda yavru kediye doğru yürüdü ve şöyle dedi: “Affedersin küçük kedi yavrusu… Uzun süredir seni daireler çizerek kuyruğunu kovalarken izliyorum; tam olarak ne yapıyorsun?”

Yavru kedi nefes nefese cevap verdi: “Kedi felsefesi okuluna gidiyordum ve iki şey öğrendim: Birincisi, bir kedi için en önemli şey mutluluktur; ikincisi ise mutluluk kuyruğumda. Bu yüzden kuyruğumu kovalıyorum ve onu yakaladığım zaman sonsuza kadar mutlu olacağım.”

Bilge yaşlı kedi gülerek cevap verdi: "Oğlum, ben kedi felsefesi okuluna gidecek kadar şanslı değildim ama hayatım ilerledikçe ben de bir kedi için en önemli şeyin mutluluk olduğunu anladım ve aslında kuyruğumda yer alıyor.

Bulduğum fark şu ki, ne zaman peşinden koşsam benden kaçıyor, ama işime gittiğimde ve hayatımı istediğim gibi yaşadığımda, nereye gidersem gideyim peşimden geliyor gibi görünüyor.

Kıssadan Hisse: Mutluluk tıpkı öfke, hayal kırıklığı, stres vb. gibi bir duygudur. Mutluluk gelir ve gider. Sabit bir durum değil. Mutluluğun "ulaşılabilecek bir hedef" olduğunu düşünmek başlı başına bir yanılsamadır.

Son Söz: Mutluluk; takip edildiğinde her zaman ulaşamayacağımız, ancak sessizce oturursanız üzerinize konabilecek bir kelebeğe benzer. Henry David Thoreau

10. Satılık Köpek Yavruları


“Satılık köpek yavruları” ilanının hemen altında küçük bir çocuğun başı gözüktü ve çocuk dükkan sahibine sordu: “Köpek yavrularını kaça satıyorsunuz amca?”

Dükkan sahibi: “5 dolar ile 15 lira arasında değişiyor fiyatlar!”
“Benim 2 dolar 30 centim var” dedi çocuk. “Bir bakabilir miyim yavrulara?”

Dükkan sahibi gülümsedikten sonra bir düdük çaldı ve köpek kulübesinden beş tane yumak halinde yavru çıktı. Yavrulardan biri arkadan geliyordu.

Küçük çocuk yürümekte zorluk çeken küçük yavruyu işaret ederek sordu: “Bunun nesi var?”

Dükkan sahibi onun kalça kırığı olduğunu ve hep sakat kalacağını açıkladı.

Küçük çocuk heyecanlanmıştı: “Ben bu yavruyu satın almak istiyorum!”

Dükkan sahibi: “Hayır, o yavruyu satın alman gerekmiyor. Eğer gerçekten istiyorsan o yavruyu sana bedava verebilirim!”

Küçük çocuk, birden sinirlendi. Dükkan sahibinin gözlerinin içine dik dik bakarak: “Onu bana bedava vermenizi istemiyorum. O da diğer yavrular kadar değerli ve ben fiyatını tam olarak ödeyeceğim. Şimdi size 2 dolar 30 cent ödeyeceğim ama geri kalanını haftada 50 cent ödeyerek tamamlayacağım!”

Dükkan sahibi çocuğu ikna etmeye çalıştı: “Bu köpeği hakikaten satın almayı istediğini sanmıyorum. Bu yavru hiçbir zaman diğer yavrular gibi koşup zıplayamayacak ve seninle oynayamayacak!”

Bunun üzerine küçük çocuk eğildi, pantolonunu sıvadı ve büyük bir metal parçasıyla desteklediği sakat bacağını dükkan sahibine göstererek: “Amca ben de çok iyi koşamıyorum. Fakat bu yavrunun kendisini çok iyi anlayacak bir sahibe ihtiyacı var!” dedi.

Adam artık alt dudağını ısırıyordu. Gözlerinden yaşlar aktı... Gülümsedi ve şöyle dedi: "Oğlum, umuyorum ve dua ediyorum ki bu yavruların her birinin senin gibi bir sahibi olur."

Kıssadan Hisse: Hayatta kim olduğunuz önemli değil, birisinin sizi olduğunuz gibi kabul etmesi ve sevmesi önemlidir. Sizi destekleyen ve daha iyi olmanız içi ilham veren insanları bulun ve çevrenizi onlarla kuşatın.

Son Söz: Çoğu zaman bir dokunuşun, bir gülümsemenin, nazik bir sözün, dinleyen bir kulağın, dürüst bir iltifatın ya da en küçük bir ilgi eyleminin gücünü hafife alıyoruz ; bunların hepsi hayatı tersine çevirme potansiyeline sahip. Leo Buscaglia

11. Yanmış Poğaça


Ben çocukken annem bazen akşam yemeği için kahvaltı hazırlamayı severdi. Özellikle uzun ve zorlu bir iş gününün ardından kahvaltı tabağı hazırladığı bir akşamı hatırlıyorum . O gün annem babamın önüne bir tabakta yumurta, sosis ve çok yanmış poğaçalar koymuştu. Kimsenin fark edip etmediğini görmek için beklediğimi hatırlıyorum!

Babamın tek yaptığı poğaçasına uzanmak, anneme gülümsemek ve bana okulda günümün nasıl geçtiğini sormaktı. O gece ona ne söylediğimi hatırlamıyorum ama o çirkin yanmış poğaçanın üzerine tereyağı ve reçel sürerken izlediğimi hatırlıyorum. O şeyin her lokmasını yedi, asla yüzünü ekşitmedi ve bu konuda tek kelime etmedi.

O akşam masadan kalktığımda annemin, poğaçaları yaktığı için babamdan özür dilediğini duyduğumu hatırlıyorum. Ve şunu asla unutmayacağım: "Tatlım, sorun değil ara sıra yanmış poğaçalara bayılırım."

O gecenin ilerleyen saatlerinde babama iyi geceler öpücüğü vermeye gittim ve ona yanmış poğaçalardan gerçekten hoşlanıp hoşlanmadığını sordum.

Beni kollarına aldı ve şöyle dedi: "Annen bugün işte zor bir gün geçirdi ve gerçekten çok yorgun. Üstelik biraz yanmış poğaçanın kimseye zararı olmaz!”

Kıssadan Hisse: Hayat kusurlu şeylerle ve kusurlu insanlarla doludur. Yıllar geçtikçe öğrendiğim şey, birbirimizin hatalarını kabul etmeyi öğrenmenin ve birbirimizin farklılıklarını kutlamayı seçmenin sağlıklı ve kalıcı bir ilişki kurmanın en önemli anahtarlarından biri olduğudur.

Son Söz: Başkasının yerinde olmayı, onların gözlerinden görmeyi öğrenmek, sağlıklı ve mutlu bir ilişkinin başlangıç noktasıdır. Ve bunu gerçekleştirmek sizin elinizde. Empati, dünyayı değiştirebilecek bir karakter niteliğidir. Barack Obama

12. Köprünün Ortasındaki Adam


Padişahın biri halkının vergiye karşı hangi noktadan sonra direneceklerini test etmek ister. Bunun için vezirlerini çağırır.

Vezirleri huzura çıkar, saygılı bir şekilde beklerler.

Padişah;

— Köprülere adam koyun, geçenden bir akçe alsınlar! der.

Aradan bir süre geçtikten sonra Padişah vezirlerine sorar:

— Nasıl, halk hayatından memnun mudur? Herhangi bir şikâyet var mı?

Vezirler:

— Hiç bir tepki yok Sultanım!

— İyi o zaman. Köprünün diğer tarafına da bir adam koyun, çıkandan da bir akçe alsın!

Aradan bir süre geçmiş, Padişah tekrar sormuş vezirlerine:

— Var mı halinden şikâyet eden?

— Yok!

Halkının tepkisizliğine kızan Padişah, gürlemiş:

— Köprülerin ortasına da birer adam koyun, gelip geçeni …. yapsın!

Aradan birkaç gün geçmiş, halktan bir tepkinin olmamasına içerleyen Padişah, çağırmış vezirlerini,

—Halkı dinleyelim hele bir, demiş. Gitmişler köye, Padişah sormuş:

— Halinizden memnun musunuz, var mı bir şikâyetiniz?

Ses yok. Padişah tekrar :

—Taş üstünde taş omuz üstünde baş komam! Var mı şikâyeti olan hemen söylesin! Diye gürleyince arkalardan cılız bir ses duyulmuş:

—Padişahım, o köprünün ortasındaki adam var ya!

—Eeee! demiş Padişah bir umutla… Ne olmuş o köprünün ortasındaki adama?

— Aksamları çok kalabalık oluyor, sıra uzuyor, eve geç kalıyoruz, mümkünse bir adam daha koysanız…

Kıssadan Hisse: Ama sen konuşmazsan, ben konuşmazsam, o konuşmazsa, yani “konuşması gerekenler” konuşmazsa, bu işler nasıl düzelecek? Hiç siz “tepkisiz” ve “duyarsız” toplumlarda sorunların çözümlendiğini gördünüz mü, duydunuz mu?

Son Söz: İnsanlığın doğası, başkasının acısını kendisininmiş gibi hissetmek ve o acıyı dindirmek için harekete geçmek üzerine kuruludur. Şefkatte asalet, empatide güzellik, bağışlamada zarafet vardır. John Connolly

13. Yalancı Çoban


Bir delikanlı çoban, köyden pek de uzak olmayan karanlık bir ormanın yakınında efendisinin koyunlarını otlatıyordu. Çok geçmeden çayırdaki yaşamın çok sıkıcı olduğunu fark etti. Kendini eğlendirmek için yapabileceği tek şey köpeğiyle konuşmak ya da kaval çalmaktı.

Güneşli bir gün oturup koyunları ve sessiz ormanı seyrederken, bir kurt görürse ne yapacağını düşündü ve sonra kendini eğlendirecek bir plan geliştirdi.

Efendisi ona, sürüye bir kurt saldırırsa yardım çağırmasını söylemişti. Şimdi, kurda benzeyen hiçbir şey görmemiş olmasına rağmen, yüksek sesle "Kurt! Kurt!" diye bağırarak köye doğru koştu.

Beklendiği gibi çığlığı duyan köylüler işlerini bırakıp tüfeklerini aldılar ve büyük bir heyecanla meraya koştular. Bir de baktılar ki çoban kahkahalarla gülüyor.

"Hani kurt nerede?" diye sordular, çobanda da gülerek "Kurt falan yok sizi işlettim" diye cevap verdi. Köylüler bu manzara karşısında çok öfkelendiler ve homurdana homurdana geri döndüler.

Aradan zaman geçti, gene bütün ahaliyi kurt var diye ayaklandırdı. Ahali bir baktı ki, gene ortalıkta kurt falan yok. Çoban bunu bir kaç kez daha yapıp ahaliyi silahlarıyla sürünün yanına koşturdu. Onlar her geldiğinde de gülüp eğlendi.

Günler geçti bir gün çoban gerçekten kurt gördü ve dehşet içinde "Kurt! Kurt!" diye bağırarak köye doğru koştu. Ancak köylüler çığlığı duymalarına rağmen hiç oralı olmadılar, çobanın dalga geçtiğini düşündüler.

Ancak köylüler, çoban akşama kadar köye dönmeyince onu bulmak için yamaca çıktılar. Delikanlının sürünün başında ağladığını fark ettiler. Ne olduğunu sorduklarında: "Burada gerçekten bir kurt vardı! Sürü dağıldı! "Kurt!" diye bağırdım, ama hiç kimse yardıma gelmedi." diye cevap verdi.

Güven hayatta en zor kazanılan ama en kolay kaybedilen şeydir.

Kıssadan Hisse: Bir kez yalan söylediyseniz muhtemelen karşınızdaki kişinin güvenini kaybetmişsinizdir ve bir kez doğruyu söylemek o güveni yeniden kazanmak için yeterli olmayacaktır. Size inanmış, güvenmiş, teslim olmuş bir kalbi hayal kırıklığına uğratmayın.

Son Söz: Bana yalan söylediğin için üzgün değilim, bundan sonra sana inanamayacağım için üzgünüm. Friedrich Nietzsche

14. Kör Kızın Hikayesi

Kör olduğu için kendisinden nefret eden bir kız vardı. Nefret etmediği tek kişi ise her zaman yanında olduğu için ona sevgi duyduğu erkek arkadaşıydı. Erkek arkadaşına dünyayı görebilseydi onunla evleneceğini söylerdi hep.

Bir gün birisi ona bir çift göz bağışladı; ameliyat sonunda, erkek arkadaşı da dahil olmak üzere her şeyi görebiliyordu. Erkek arkadaşı ona, “Artık dünyayı gördüğüne göre benimle evlenir misin?” diye sordu.

Kız, erkek arkadaşının da kör olduğunu görünce şok oldu ve onunla evlenmeyi reddetti. Erkek arkadaşı gözyaşları içinde uzaklaştı ve daha sonra ona şöyle bir mektup yazdı:

“Gözlerime iyi bak canım."

Kıssadan Hisse: Aşk, karşılıklı geçip birbirlerinin gözünün içine bakmak değil, el ele verip ileride aynı noktaya bakmak ve yine el ele o noktaya doğru ilerlemektir. Aşk samimiyet ve sadakattir. Koşullarımız değiştiğinde, değişmemektir.

Son Söz: Öyle bir seveceksin ki, yüreğinden kimse ayıramayacak. Ve öyle birini seveceksin ki, seni gözleriyle bile aldatmayacak. Can Yücel

15. Adam Olmak

Çok eskiden bir adamın, haylaz ve yaramaz bir oğlu varmış. Adam, çocuğunun her yaramazlığı sonunda; ''Oğlum senden adam olmaz!'' dermiş.

Babasının bu sözü oğlunun çok zoruna gidermiş ve üzülürmüş. Aralarında çıkan bir tartışmadan sonra, bizim haylaz oğlan babasına saygısızlık yapmış ve almış başını İstanbul'a gitmiş.

Çalışıp, çabalamış. Çeşitli okulları bitirip, bir sürü imtihana girmiş. Sonunda kendi şehrine vali olmuş.

Daha koltuğuna oturur oturmaz; ''Gidin, filan köyde şu isimde biri var, çabuk onu huzuruma getirin.'' diye emir vermiş.

Valinin adamları gidip, söylenen köydeki ihtiyar Ahmet efendiyi bulmuşlar. ''Seni Vali huzuruna çağırıyor.'' diyerek, adamı apar topar valinin karşısına çıkarmışlar. Koltuğuna iyice yaslanıp sigarasını tüttüren vali, yani bizim haylaz oğlan sormuş;

- ''Ben kimim? Beni tanıdın mı?''

Yaşlı adam büyük bir korku içinde imiş. Oğlunu tanıyamamış.

- ''Siz vali efendimizsiniz.'' demiş.

Vali, intikamını almış olmanın gururu içinde,

- ''Ben senin oğlunum!'' demiş. ''Hani sen bana iki sözünün birinde, adam olamazsın, derdin ya. Bak işte adam oldum, hatta vali bile oldum.''

Adamcağız meseleyi hemen anlamış;

- ''Beni ayağına bunu söylemek için mi çağırdın? Ben sana vali olamazsın demedim ki, adam olamazsın dedim. Haklıymışım; eğer adam olsaydın yaşlı babanı ayağına zorla getirtmez, bu makama atanınca anne babanı ziyaret eder ve hayır dualarını alırdın.'' demiş.

Kıssadan Hisse: Adam gibi adam olmak, bir sanattır. Sözde kolay gibi gö­rülebilir fakat çok zordur. Meşakkatli bir süreçtir. Adam olmak, erdem sahibi olmaktır. İlkeli, prensipli, disiplinli, omur­galı bir yaşam sürmektir. Yılmamak, vazgeç­memek, umudunu yitir­memek, onurlu ve kül­türlü olmaktır.

Son Söz: Adam olmak bir sınav ya da yeterlilik değildir, zamanla değişir ve iyi bir arkadaş, iyi bir baba, iyi bir çalışan, iyi bir patron, iyi bir komşu ve iyi bir vatandaş olmayı bünyesinde barındırır. A.A. Gill

16. Nasıl Mutlu Olabiliriz?

Bir defasında 50 kişilik bir grup bir seminere katılıyordu. Konuşmacı aniden durdu ve bir grup etkinliği yapmaya karar verdi.

Her katılımcıya bir balon vermeye başladı. Her birinden bir keçeli kalem kullanarak adlarını yazmaları istendi. Daha sonra tüm balonlar toplanıp başka bir odaya konuldu.

Daha sonra katılımcılar o odaya alındı ve 5 dakika içinde kendi adlarının yazılı olduğu balonu bulmaları istendi. Herkes çılgınca kendi adını arıyordu, birbiriyle çarpışıyordu, birbirini itiyordu ve tam bir kaos ortamı vardı.

5 dakika sonunda kimse kendi balonunu bulamadı. Şimdi her birinden rastgele bir balonu alması ve onu üzerinde adı yazılı olan kişiye vermesi istendi. Dakikalar içerisinde herkes kendi balonunu bulmuştu bile.

Konuşmacı devam etti:

“ Hayatımızda olan da tam olarak bu. Herkes çılgınca mutluluğu arıyor, nerede olduğunu bilmiyor. Bizim mutluluğumuz diğer insanların mutluluğunda yatıyor aslında.

Onların mutluluğu bulmalarına yardımcı olduğunuzda, siz de kendi mutluluğunuzu yakalayacaksınız.

Birinin yüzüne bir gülümseme koymayı öğrenin, zamanı geldiğinde siz de gülümseyeceksiniz."

Kıssadan Hisse: Yüzyıllar boyunca en büyük düşünürler aynı şeyi öne sürdüler: Mutluluk başkalarına yardım ederek bulunur. Çünkü biz vererek alırız. Vermek, yardım ettiğiniz kişiler için olduğu kadar sizin için de iyidir, çünkü vermek size amaç verir. Amaç odaklı bir hayatınız olduğunda daha mutlu olursunuz.

Son Söz: Doğada hiçbir şey kendisi için yaşamaz. Nehirler kendi suyunu içmez. Ağaçlar kendi meyvelerini yemezler. Güneş kendine ısı vermez. Çiçekler kendilerine koku yaymazlar. Başkaları için yaşamak doğanın kuralıdır. Hayatın sırrı da burada yatıyor. Amita Gupta

17. Bu 20 Dolarlık Banknot


Tanınmış bir konuşmacı seminerine 20 dolarlık bir banknotu göstererek başladı. 200 kişilik salonda, "Bu 20 dolarlık banknotu kim ister?" diye sordu.

Hemen eller yukarı kalkmaya başladı.

“Bu 20 doları birinize vereceğim ama önce şunu yapmalıyım” dedi. Dolar banknotunu buruşturmaya devam etti.

Daha sonra "Şimdi yine de istiyor musunuz?" diye sordu.

Eller hala havadaydı.

“Peki,” diye devam etti ve onu yere atarak çiğnemeye başladı.

Artık para iyice buruşmuş ve kir pas içindeydi. "Peki onu hala kim istiyor?" diye sordu.

Yine de eller havaya kalktı.

“Arkadaşlarım, hepiniz çok değerli bir ders aldınız. Paraya ne yaparsam yapayım siz yine de istemeye devam ettiniz, çünkü değeri düşmedi. Hala 20 dolar değerindeydi.

Hayatımızda pek çok kez aldığımız kararlar ve önümüze çıkan koşullar yüzünden yere düşeriz, buruşuruz ve çamura saplanırız.

Sanki değersizmişiz gibi hissettiğimiz zamanlar olur. Ama ne olmuş olursa olsun, ne olacaksa olsun asla değerini kaybetmeyeceksin. Sen özelsin ve bunu asla unutma.

Kıssadan Hisse: Kişiliğiniz, değerleriniz ve öncelikleriniz değişir. Bazı şeylere verdiğiniz değer de değişir. Ama hayatta ne olursa olsun herkes ait olduğu toplumun değerli bir üyesidir ve bu değişmez. Karşılaştığın zorluklar seni yıpratabilir ama birkaç yara izi yüzünden asla değerinizi kaybetmezsin. Kendini yerde bulduysan tekrar ayağa kalk, üzerindeki tozu al ve ilerlemeye devam et.

Son Söz: Hayat bir bisiklet gibidir, dengenizi korumak için hareket etmeye devam etmelisiniz. Albert Einstein

18. Yolculuk Tek Bir Adımla Başlar


Beş kurbağanın bir nilüfer yaprağının üzerinde oturduğunu söyleyen eski bir bilmece vardır. Biri atlamaya karar verir. Kaç tane kaldı?

Cevabınız “dört” ise, mükemmel matematik becerileriniz için matematik öğretmeninize teşekkür edin. Ne yazık ki, bu matematik becerilerinizi ölçen bir test değil.

Bu bir yaşam problemidir.

Doğru cevap “beş”tir. Evet, beşi de hala orada, nilüfer yaprağının üzerinde oturuyor.

Kurbağalardan biri sadece atlamaya karar verdi, ama henüz atlamadı.

Her ne kadar klişe görünse de; yolculuk tek bir adımla başlar, o adımı atmayı düşünerek değil.

Kalbinizin derinliklerinde gerçekleştirmek istediğiniz bir hayaliniz var mı? Eğer öyleyse, bunu başarmak için gereken ilk adımı attınız mı?

Kıssadan Hisseİlk adım en zorudur ama bunu yaptığınızda çok önemli bir direnç kırılır ve daha önce ulaşılmaz görünen şeyleri farklı bir şekilde görmeye başlarsınız. Olduğun yerden başla. Elindekini kullan. Elinden gelenin en iyisini yap.

Son Söz: Beklemeyin; zaman asla "tam olarak doğru" olmayacak. Olduğunuz yerden yerden başlayın ve elinizde olan araçları kullanın, ilerledikçe daha iyi araçlar bulunacaktır. Napoleon Hill

19. Tuz ve Su


Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Yaşamındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi.

Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.

– Tadı nasıl? diye soran yaşlı adama öfkeyle:

– Acı diye cevap verdi. Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu:

– Tadı nasıl?

– Ferahlatıcı diye cevap verdi genç çırak.

– Tuzun tadını aldın mı? diye sordu yaşlı adam, Hayır diye cevapladı çırağı. Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi:

– Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Istırabın miktarı hep aynıdır. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış.

Kıssadan Hisse: Pozitif olmak zorunda değilsiniz. Korkusuz ya da öfke yüzünden suçluluk hissetmek zorunda değilsiniz. Dur diyerek yağmuru durduramazsınız. Bazen de yağmasını, sizi iliklerinize kadar ıslatmasını kabullenmek zorundasınız. Hiçbir yağmur sonsuza dek sürmez. Hem unutmayın, ne kadar ıslanırsanız ıslanın, siz yağmur değilsiniz. Kafanızın içindeki kötü düşünceler siz değilsiniz. Siz fırtınayı yaşayan insansınız. Fırtına sizi yerle bir edebilir. Ama yine de ayağa kalkacaksınız.

Son Söz: Karanlık olmasa ışığın kıymeti, ayrılık olmasa vuslatın lezzeti; elem, ıstırap, gam ve keder olmasa saadetin o sarhoş edici güzelliği bilinebilir, duyulabilir; görülebilir miydi hiç? Şule Yüksel Şenler

20.Kral Ve Şahin

 
Günlerden bir gün, bir krala iki harika şahin hediye edilir. Kral, bu zamana kadar böyle ihtişamlı şahin görmemiştir. Bu değerli kuşları eğitmesi için bir şahin eğiticisi çağırır.

Aylar geçer, şahinlerden birisi gökyüzünde asil bir şekilde süzülerek uçuyor, ancak diğer şahin, üzerinde bulunduğu daldan geldiği günden beri bir türlü ayrılmıyor.

Bunun üzerinde kral, ülkedeki pek çok şahin eğiticisini seferber eder ama kimse bu şahini uçurmayı başaramaz.

Ülkede denenmemiş tek bir eğitici kalmıştır. Sonunda kralın emriyle o eğitici de saraya getirilir ve çalışmaya koyulur.

Kral ertesi gün uyandığında camdan bakar ve her iki şahinin de muhteşem bir şekilde uçtuğunu görünce gözlerine inanamaz. Koşar adımlarla eğiticinin yanına gider ve sorar:

-Nasıl başardın bunu? En az on eğitici geldi başaramadı. Sen nasıl yaptın?

Şahin eğiticisi de cevap verir:

-Çok basit kralım. Sadece kuşun üzerinde durduğu dalı kestim.

Kıssadan Hisse: Ve bir tomurcukta sımsıkı kalma riskinin, çiçek açma riskinden daha acı verici olduğu gün geldi. Kendimize meydan okuyarak ve risk alarak yeni beceriler geliştirebilir, bakış açımızı genişletebilir ve daha uyumlu ve dayanıklı hale gelebiliriz. Bu nedenle değişimi kucaklayın ve konfor alanınızın dışına çıkmak için kendinize meydan okuyun.

Son Söz: Olmak cesaret ister. İçimizdeki boşluktan aşağıya bakabilme cesareti. Muhakkak ki başımız dönecektir. Sendelersek uçurumdan aşağı gideceğiz. Ama bakmazsak hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz orada ne olduğunu; bizi bekleyen, bizi biz yapan şeyi. Kemal Sayar

21. Bu Ne Oğlum


80 yaşına merdiven dayamış yaşlı baba ile onu ziyarete gelen 45 yaşında ve saygın bir işadamı olan oğlu salonda oturuyorlardı. Hal hatırdan, çoluk-çocuktan, havadan-sudan sohbet ettikten sonra oğlu susmuş, ayrılmanın sinyalini vermişti.

O anda üzerinde oturdukları sedirin yanındaki pencerenin pervazına bir serçe kondu. Yaşlı baba serçeye gülümseyerek biraz baktıktan sonra oğluna sordu:

-Bu ne oğlum?

Oğlu şaşkın, cevapladı:

-O bir serçe baba.

Yaşlı baba serçeye biraz daha baktıktan sonra yine sordu:

-Bu ne oğlum?

Oğlu daha da şaşkın, yine cevapladı:

-Baba, o bir serçe

Serçe hala pervazda, komik hareketlerle başını sağa sola çeviriyor, başını yan yatırıyor, havaya bakıyor, sonra başını yine onlara çeviriyordu.

Yaşlı baba üçüncü defa sordu:

-Bu ne?

Oğlunun şaşkınlığı sabırsızlığa dönmüştü:

-O bir serçe baba, üç oldu soruyorsun. Beni işitmiyor musun?

Yaşlı baba dördüncü defa da sorunca oğlunun sabrı taştı ve sesini yükseltti:

-Baba bunu neden yapıyorsun? Tam dört defadır onun ne olduğunu soruyorsun, ben de sana her seferinde serçe diyorum ama sen hala sormaya devam ediyorsun. Sabrımı mı deniyorsun?

Babası, yüzünde hala bir gülümseme ile yerinden kalktı, içeri odaya gitti ve elinde bir defterle döndü. Bu bir hatıra defteriydi. Oturdu, sayfalarını karıştırdı ve aradığını buldu. Sevgiyle gülümsemeye devam ederek sayfası açık bir vaziyette defteri oğluna uzattı ve o sayfayı okumasını söyledi.

Sayfada şunlar yazıyordu :

-Bugün 3 yaşındaki minik yavrumla salondaki sedirde otururken yanı başımızdaki pencerenin pervazına bir serçe kondu. Oğlum tam 23 defa onun ne olduğunu sordu. 23 soruşunda da ona sevgiyle sarılarak, onun bir serçe olduğunu söyledim. Rahatsız olmak mı? Hayır! Onun sorusunu masumca tekrar edişi içimi sevgiyle doldurdu.

Kıssadan Hisse: Eğer birbirimizin kalplerine bakabilseydik ve her birimizin karşılaştığı benzersiz zorlukları anlayabilseydik, sanırım birbirimize çok daha nazik, daha fazla sevgi, sabır, hoşgörü ve özenle davranırdık.

Son Söz: Unutma iki şey seni tanımlar: Hiçbir şeyin yokken gösterdiğin sabır ve her şeyin varken sergilediğin tavır.

İlham verici bir hikaye , okuyucuyu motive eden, cesaretlendiren ve neşelendiren bir hikayedir. Gerçekliğe dayanan ve olumlu mesajlar ileten güçlendirici hikayeler anlatmak veya okumak, ister evde, ister işyerinde, kişisel gelişiminiz için motivasyonu artırmanın etkili bir yoludur. Beğendiğiniz öyküleri; arkadaşlarınız, aileniz ve sevdiklerinizle paylaşın ve onlara da ilham verin. Bildiğiniz diğer hikayeleri yorum bölümüne ekleyebilirsiniz.

Yorum Gönder

أحدث أقدم